ÇANAKKALE 1915
“25 Nisan 1915 Gelibolu ihraç hareketi [çıkarması] ve bu Yarımada’da cereyan eden bütün muharebeler, dünyaya orada kanlarını dökenlerin kahramanlığı ile beraber, bu mücadelenin sebep olduğu zayiatın milletleri için ne kadar elemli olduğunu göstermiştir.”
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK , 1934
Mustafa Kemal Atatürk ve Anzaklar
10 Kasım 1953 günü Dünya Gazetesi’nde Yekta Ragıp Önen tarafından “Atatürk’ün, bütün cihana hitaben söylemesini istediği nutuk” başlıklı bir söyleşi yayınlanır. Söyleşi geçmiş dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile yapılmıştır. Şükrü Kaya’nın kendisine anlattığı bir hatırayı Yekta Ragıp Önen gazetedeki yazısında şöyle aktarmıştır:
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Çanakkale mıntıkasında teftişe gidecek. Veda için ziyaret ettiği zaman Atatürk şöyle diyor:
-Çanakkale’yi ziyaret ettiğin zaman aziz şehitlerimizi de ziyaret edeceksin. Bu vazifeyi yapacağına şüphe yok! Yalnız nasıl bir nutuk söyleyeceksin! Ben söyleyeyim;
Burada yatan aziz şehitlerimiz sizi hürmetle, saygı ile anıyoruz, diyeceksin. Mehmetçik abidesinin başında, dilinin bütün talâkatıyla konuşacaksın. Burada rahat ve huzur içinde yatınız, diyeceksin. Siz olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere siper etmeseydiniz, bu boğaz aşılır, İstanbul işgal edilir, vatan toprakları istilaya uğrardı, diyeceksin.
-Evet, böyle konuşacağım!
-Hayır, hayır!.. Sen böylenin üstünde çok daha başka konuşacaksın. Dünyaya hitap edercesine konuşacaksın. Orada, Çanakkale’de yalnız bizim şehitleri değil, bu toprak üstünde kanlarını döken insanları da o kahraman muharipleri de hürmetle, saygıyle anacaksın!
-Paşam, ben bunu yapamam, çünkü bu sözler ancak sizin söyleyebileceğiniz yüksek sözlerdir.
-Söyleyeceksin! Çanakkale’den cihana karşı böyle konuşacaksın. Senin böyle konuşman lazım!
Şükrü Kaya, Atatürk’ün yanından ayrılıyor, ve gece tekrar buluşuyorlar. Atatürk, Şükrü Kaya’ya uzun bir kağıt uzatıyor. Bu, Çanakkale’de söyleyeceğin nutuktur. Atatürk bizzat hazırlamıştır. Ve Şükrü Kaya, bu nutku alıp Çanakkale’ye gidiyor, orada Mehmetçiğin mezarı başında bu nutku söylüyor. Nutukta, Şükrü Kaya’nın yabancı muhariplere hitaben belirttiği cümleler şunlar:
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar. Gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Şükrü Kaya Atatürk’ün toprağında yendiği milletlere karşı gösterdiği yüksek insanlık hislerinin ifadesini taşıyan cümleleri, Çanakkale’de söylüyor, Ankara’ya dönüyor.
Meğer, Mehmetçik abidesinin başında söylenen bu sözleri zapteden birkaç gazeteci varmış. Onlar bu sözleri gazetelerine bildiriyorlar, nutuk dünyaya yayılıyor. Ve aradan hafta geçmiyor; Şükrü Kaya’ya telgraflar yağıyor, taa Avustralya, Yeni Zelanda’dan günlerce sonra mektuplar geliyor. Gözleri yaşlı analardan, kardeşlerden, siyasi şahsiyetlerden, askerlerden... Şükrü Kaya bu konuşmasından dolayı tebrik ediliyor, takdir ediliyor.
Oysa ki, söz, büyük askere aittir. Ve o büyük asker, dün yendiği milletlere karşı düşmanlık hissi beslememekte, en insani, en medeni hislerle, dostluk elini uzatmaktadır. Ve bunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin, İçişleri Bakanı’na söyletmektedir. Yurtta sulh, cihanda sulh!.. Atatürk’ün bu vecizesini dünya milletleri arasında düşmanlığın unutulmasından aldığı nasıl belli!..
**********
Bütün Dünya adlı derginin Mart 2015 ve sonrasında Nisan 2015 tarihli sayılarında Araştırmacı Yazar Cengiz Özakıncı’nın bir makalesi yayınlanmıştır. Cengiz Özakıncı makalede özetle Anzaklar ile ilgili olarak Atatürk’ün 1934 yılında söylediği belirtilen sözleri aslında Atatürk’ün söylememiş olduğu iddia etmektedir. Özakıncı’nın bu iddiası Avustralya’da da yankı bulmuş ve konu tartışmaya açılmıştır. Ben de her iki makaleyi derleyerek iddiayı özetlemeye çalıştım.
Lüleburgaz Atatürk İlkokulu öğretmeni Tahsin Özeken, 15 Nisan 1977 günü elinde “Belgelere Göre Eceabat Kılavuzu” adlı kitapçıkla Anafarta Ovası’nda dolaşırken, 1915 yılında Gelibolu’ya çıkan Anzak birliklerinde yüzbaşı olarak görev yapmış olan yaşlı bir Avustralyalı’yla karşılaşır ve ona elindeki kılavuzda yer alan Atatürk’ün sözlerini aktarır. Tabi çok etkilenen eski asker Özeken’in yazışma adresini alır ve ülkesine döndüğünde olayı “Muharip Anzaklar Derneği’ne” iletir. “Gelibolu Çeşmeleri Onur Kurulu Başkanı” Alan J. Campbell, bu sözleri yeni yaptırmakta oldukları anıta yazıt olarak koymayı düşünür ve 12 Eylül 1977 yılında Özeken’e bir mektup yazarak Atatürk’ün bu sözleri hangi tarihte ve nerede söylediğinin belgeleriyle birlikte gönderilmesini ister. Özeken bu mektubu 13 Ekim 1977 tarihinde Türk Tarih Kurumuna iletir. Kurum Genel Müdürü Uluğ İğdemir bu sözlerin Şükrü Kaya’nın 10 Kasım 1953 günlü Dünya Gazetesi’nde yayımlanan söyleşisinde geçtiğini saptar ve 10 Mart 1978 tarihinde Alan J. Campbell’e gönderdiği resmi mektupta: “Atatürk’ün 1934’te Gelibolu’da İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya söylettiği çok anlamlı söylev” olarak niteleyerek İngilizce’ye çevirerek gönderir. Campbell 7 Nisan 1978 günlü mektupta sözleri anıta koyduklarını bildirir ve 31 Mayıs 1978 günlü mektubunun ekinde de anıtın bir fotoğrafını gönderir. (Yazarın gösterdiği kaynak: Uluğ İğdemir, “Atatürk ve Anzaklar” Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara, 1978, s. 8.,14.) (Özakıncı makalesinde anıtta yazılmış olan sözdeki hataları açıkça ortaya koymuştur. Ancak bu ayrıntılara girmeyeceğim.)
12 Eylül 1980 darbesinden sonra Avustralya Hükümeti Türkiye’den talepte bulunmuş ve Anzakların Gelibolu’ya çıktıkları koya “Anzak Koyu” adı verilmesini istemiştir. Avustralya’da uygun bir yere Atatürk adı verilmesi şartı ile bu istekleri kabul görmüştür. Atatürk’ün sözleri hem Türkiye’de Anzak Koyu adı verilen yere dikilen yazıta hem de Avustralya’da yapılan anıta “1934 K. Atatürk” imzası ile resmen yerleştirilmiştir.
Özakıncı 10 yıldır sürdürdüğü araştırma sonucunda öncelikle Şükrü kaya’nın verdiği söylevin tarihinin 1934 değil 1931 olduğunu belirlemiştir. Şükrü Kaya’nın Çanakkale’ye giderek önemli bir nutuk irat edeceği 17 Ağustos 1931 tarihli gazetelerde haber yapılmış, ve gerçekten de Şükrü Kaya 25 Ağustos 1931 yılında Kemalyeri’nde bir söylev vermiş ve bu söylev 26 Ağustos 1931 günlü gazeteler aracılığı ile dünyaya duyrulmuştur.
Söylev şöyledir:
"Arkadaşlar, Üzerinde bulunduğumuz nokta kürei arzın meçhul her hangi bir noktası idi. Halbuki biz bugün buraya tanınmış meşhur bir mevki olduğunu düşünerek geldik. Bu nokta ne münasebetle tanınmış ve ne diye coğrafi ve askeri haritalarda muayyen isim almıştır: Kemalyeri! Bilhassa asker arkadaşların karşısında bunu izah teşebbüsünde bulunmak istemem. Her türlü izahlar bittabi onlara aittir. Fakat ben de bu yere ismi verilmiş büyük adamın yakın arkadaşı olmak itibariyle ondan işittiğim bir hatırayı esas tutarak üzerinde bulunduğumuz yerin, Kemalyeri'nin ne olduğuna dair bir kaç kelime söylemek istiyorum.
Efendiler; üzerinde bulunduğumuz bu noktadan deniz kenarına kadar olan mesafeyi, hep beraber görüyoruz. Bu dar sahada tarihte malum olan büyük kuvvet karaya çıktı. En aşağı iki, üç kilometre cephede yayıldı. Bu vaziyette henüz üzerinde bulunduğumuz noktada büyük Türk evladı Kemal o geniş düşman cephesinin sol cenahında ufak bir kuvvetle göründü. Orada cephanesi kalmamış neferlere süngülerini kullandırarak işe başladı. Bu teşebbüs muvaffakiyetle ilk eserlerini gösterdi. Türk'ün büyük ve sevgili evladı Mustafa Kemal o gece çok uğraştıktan ve her hangi bir fatihin kolaylıkla karşı duramıyacağı felaket işaret eden vaziyetleri yendikten sonra karanlık bir gecenin sabahında kendisini bu noktada gördü, ve bu noktanın yüksek Türk taliini kurtaracak mevki olduğuna karar vererek burada kaldı. Bu nokta Mustafa Kemal'in çok faik düşman kuvvetlerini mağlup ederek geriye püskürttüğü ve nihayet onları bütün takviyelerine rağmen yerinde durdurduğu bir Kumandan yeridir. Bir Türk Kumandanının Türk taliini yükseltmek için münasip gördüğü kumanda yeridir. Ben asker değilim, fakat bilirim ki bu yerden, bu Kemalyeri'nden garbın bütün ufuklarına karşı, garbın bütün denizlerinde en büyük zannolunan kuvvet ateşlerine karşı bu noktadan sadır olan Türk iradesi bugünkü Türkiye'yi kurtarmış olan faaliyetlerin ilk yeri olmuştur. Bu itibarla burada bulunmaktan ve gördüğümüz bu yüksek hatırayı burada yad etmekten çok memnun ve bahtiyarım.
Bizim bu yerde kıymetli hatıraları yad ederek mütehassis olmamız ve bu yere ismini veren büyük Türk'ün bu memlekete ve Türklere yaptığı büyük eserleri hatırlıyarak minnettar olmamız gayet tabiidir. Şeref ve iftiharla görüyoruz ki, bu yerin karşısında en büyük kuvvet ve kudret göstermiş olan büyük devletler de bu Kemalyeri'ne ve bu yere ismi verilmiş olan büyük Türk'e hürmetle takdirle bakmaktadırlar. Ben bu noktada yalnız bütün hassasiyetimin ifadesi olarak tek bir cümle söylemekle iktifa edeceğim:
"Vatanın müdafaası için burada aziz kanlarını döken Türk çocuklarına ebedi minnetler." Bu büyük kahramanlar için henüz bir abide dikilmediğini görüyorum. Bundan fazla müteessir olmak istemem. Biliyoruz ki, bu aziz kahramanların kurdukları ve korudukları yıkılmaz Türk vatanı onların hatıralarını daima taziz ettirecek ifade ve manzarası cihanşümul, en yüksek bir abidedir.
Karşıda da bizimle harp etmiş insanların mezarlarını ve abidelerini görüyoruz. Orada yatanları da takdir ederiz. Medeniyet tarihi yarın karşı karşıya yatanlardan hangisinin fedakarlığını daha haklı ve daha insani bulacak ve daha ziyade takdir edecektir. Tecavüz etmiş onların abidelerini mi, yoksa vatanını müdafaa eden kahramanların hâlâ el uzatılmamış mukaddes taş ve toprak halinde bırakılmış olan bu izleri, bu kahraman izlerini mi? Kat'i hükmü medeni beşeriyetin insani takdirine emniyetle bırakabiliriz. Yalnız şunu tesbit etmek isterim ki biz Türkler mazinin her türlü manasız, mantıksız, girift eziyetlerini unutarak yeni bir hayat yarattığımıza kaniiz. Bu hayat, Türk'ün ilk ve medeni hayatının alemşümul manasının ihtiva eden bu kanaatimiz, fiiliyatımızla da sabit olmuştur. Karşımızda mezarlar bırakan milletler, bizim bu samimi ve çok yeni mahiyette noktai nazarlarımızı iyi telakki ederlerse bu karşılıklı mezarlar aramızda kin, husumet ve ölmez hisleri yerine muhabbet, dostluk temin eder. Ben, mensup olduğum Türk içtimai heyetinin kurduğu Cumhuriyet hükumetinin mesul bir adamı olarak arzederim ki, Türk milleti bu karşılıklı abidelere hürmetle bakar ve iki tarafın ölülerini rahmetle yadederken dimağında ve vicdanında yaşıyan samimi temenni: Bu ölü abidelerin bir daha rekzolunmaması [dikilmemesi] bilakis bunları kuranlar arasında insanlık münasebetlerinin, insanlık bağlarının yükselmesidir.”
**********
18 Nisan 1934 günü Avustralya’dan Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf gelir. Telgraf şöyledir: “25 Nisan Gelibolu Çıkarması’nın yıldönümü dolayısıyla Avustralyalılara bir mesaj gönderilmesinden mutluluk duyulacaktır. Star Gazetesi, Melbourne.” Atatürk’ün mesajı şu olur:
“25 Nisan 1915 Gelibolu ihraç hareketi [çıkarması] ve bu Yarımada’da cereyan eden bütün muharebeler, dünyaya orada kanlarını dökenlerin kahramanlığı ile beraber, bu mücadelenin sebep olduğu zayiatın milletleri için ne kadar elemli olduğunu göstermiştir.”
Bu mesaj 22 Nisan günü Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza imzasıyla gazeteye tellenir. Ancak gazete metni “Eski düşman hatırlıyor” başlığı altında ve “Türkiye’nin diktatörü Kemal Paşa” ifadelerini kullanarak ve –metinde olmadığı halde- farklı olarak “hiç bir zaman unutulmayacaktır” sözcüklerini de ekleyerek 25.04.1934 tarihinde yayınlar. Gazete, 21 Mayıs 1934 günlü bir mektup ile gazetenin 25 Nisan günkü sayısından iki nüshasıyı Atatürk’e gönderir ve teşekkür eder. Savaşlar ile ilgili daha detaylı demeç isteği ise belki de yukarıdaki sebeplerden dolayı karşılık bulmaz. Hatta 1935 yılında aynı gazete 20. Yıl nenediyle yine bir demeç ister, Dışişleri tarafından bir metin hazırlanır, ancak Atatürk bu metni göndermez. (Özakıncı’nın bu bölümde gösterdiği kaynak: Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden aktaran Sermet Atacanlı, “Atatürk ve Çanakkale’nin Komutanları”, İş Kültür yayınları, Şubat 2015)
Atatürk’ün gönderdiği mesajın düzgün hali İngiliz The Times gazetesinin 26.04.1934 günlü sayısında yayınlanır ve bu 30.04.1934 yılında Cumhuriyet Gazetesi tarafından haber yapılır. Cumhuriyet Gazetesi’ne yayınlanan metin şöyledir: “Gelibolu yarımadasında yapılan ihraç hareketi ve muharebeler burada kanlarını dökenlerin kahramanlığını bütün dünyaya ispat etmiştir. Bu harbe iştirak eden milletler için bu savaşın sebep olduğu zayiat ne kadar yürekler acısıdır.”
Sonuç olarak Özakıncı makalesinde, Atatürk’ün Anzaklar ile ilgili tek demecinin 25 Nisan 1934 günkü demeci olduğunu vurgulamakta ve “sağlığında yayımlanmış yazı, söylev ve demeçleri, kendisinin dünya barışına yönelik özlü güzel sözleriyle dopdoluyken; Atatürk’ün barışçılığını, insancıllığını, kendisine ait sözlerle anlatmak yerine; başkalarına ait şiirsel sözlerin altına onun imzasını koyarak anlatmanın gereği var mıdır?” diye de sormaktadır.
***********
Herkesi olduğu gibi, duyduğum andan itibaren her okuduğumda beni de derinden etkileyen, çok beğendiğim ve bir çok yerde kullanmış olduğum Atatürk’ün söylediğini farzettiğimiz sözlerin ilk defa 1953 yılında Şükrü Kaya tarafından dillendirilmesi, bu sözlerin bu tarihten önceki herhangi bir tarihte herhangi bir gazetede yer almaması, bu sözlerin ilk defa 1969 yılında bir kılavuzda kullanılmaya başlanması, ayrıca 2015 yılında yazılan bu makaleye, bugüne kadar ortaya başka bir belge konularak itiraz edilmemesi Özankıcı’nın iddiasının doğruluğuna işaret eder gibi görünmektedir. Şayet Şükrü Kaya’nın söyleşide belirttiği şekilde bu nutku verdikten sonra tüm dünyadan mektuplar gelmiş olsa idi herhalde bugüne kadar bu mektuplar ortaya çıkarılırdı düşüncesindeyim. Ayrıca sanırım o günlerde yayımlanmış olan yerli yabancı gazetelerde de bu metne ulaşmak mümkün olurdu.
Dikkat edilirse Dünya Gazetesi’nin bahsi geçen yayınında Şükrü Kaya hiçbir şekilde yıl belirtmemiştir, Uluğ İğdemir’in ilgili yazısında 1934 yılı olduğuna nasıl kanaat getirdiği bana göre ayrıca cevaplandırılması gereken bir diğer sorudur. Böyle önemli bir konuda Türk Tarih Kurumu’nun bir açıklama getirmesi beklenir ki kurumun böyle bir açıklaması halen yoktur.
Ben durumu 26 Mart 2019 Tarihinde 1900774451 nolu Cimer Başvuru numarası ile Türk Tarih Kurumuna yazılı olarak sordum. Başvurum Kurum tarafından 7 Mayıs 2019 günü aşağıdaki şekilde cevaplandırılmıştır (Ben sorumda Cengiz Özakıncı adını kullandığım halde kurum her nedense Cengiz Özkan adını daha uygun bulmuş olacak ki cevapta bu adı kullanmayı tercih etmiştir):
“Başvurunuzda, Cengiz Özkan'ın 'Bizim için Conilerle Mehmetler arasında fark yoktur (There is no diffirence betwen the Johnnies and the Mehmets to us)' sözünün Mustafa Kemal Atatürk'e atfedildiğini, ancak bu sözün kendisine ait olmadığını iddia ettiğini belirtmektesiniz. Ayrıca Kurumumuzun, Cengiz Özkan'ın bu iddialarına karşı herhangi bir çalışma yapıp yapmadığını sormaktasınız. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesindeki paydaş kurumlardan olan Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri'ni yayımlamıştır. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri kitabı ayrıca Atatürk Araştırma Merkezi resmi internet sayfasında dijital olarak da yer almaktadır (http://www.atam.gov.tr/mustafa-kemal-ataturk-veri-tabani/temeleserler/ ataturkun-soylev-ve-demecleri). Mustafa Kemal Atatürk'e ait olan söylev ve demeçlere bahsi geçen içerikten kolayca ulaşılabilmektedir. İyi dileklerimizle."
Cevaptan anlaşılacağı üzere kurum böyle bir söylev var veya yok diyerek direkt cevap vermek yerine topu taca atmış ve "ben kaynağı göstereyim siz bakın var mı yok mu" demiştir. Verilen cevapta bahsi geçen kaynak incelendiğinde gerçekten de Atatürk'ün söylevleri arasında böyle bir nutku olmadığı açıkça görülmektedir.
Konuyu 17.05.2019 tarih ve 1901138717 sayılı CİMER başvurusu ile Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığına da sordum. Kurum tarafından 04.07.2019 Tarihinde aşağıdaki şekilde cevap verildi:
“İlgi CİMER başvurunuz Başkanlığımızca incelenmiş olup; Atatürk'ün 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi'nin yıldönümü nedeniyle düzenlenen törenlerde okunmak üzere hazırlayıp dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya verdiği metinde yer alan:
"Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır."
Atatürk'ün bu özlü ve anlamlı sözleri ile alakalı Millî Savunma Bakanlığı, Türk Tarih Kurumu ve Millî Kütüphane arşivlerinde araştırmanın devam ettiği, konu ile alakalı elde edilecek bilgi ve belgelerin onaylı bir suretinin adresinize gönderilebilmesi için iletişim bilgilerinizin Başkanlığımıza iletilmesi halinde gönderileceği hususu; Bilgilerinize sunulur.
26.08.2019 Tarih ve 1901931742 sayılı Cimer başvurusu ile Kurum’a iletişim bilgilerimi bildirdikten sonra Kurum tarafıma 8.10.2019 Tarih ve 55698924-622,99-E.8219 sayı nolu şu yazıyı gönderdi:
"Başkanlığımızca Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Anzak askerleri için söylediği sözler ile ilgili olarak veri araştırması için ilgili kurumlara yazılar yazılmış olup; gelen belgeler üzerinden konunun Dışişleri Bakanlığı nezdinde de değerlendirilmesi süreci başlatılmıştır. Konu ile ilgili gerekli görüşler değerlendirildikten sonra tarafınıza bilgi verilecektir. Bilgilerinize sunulur.
Arardan 2 (iki) yıl geçmesine karşın herhangi bir gelişme olmaması üzerine 12.10.2021 Tarihinde durumu Tarihi Alan Başkanlığına tekrar sorduğumda ise 8.11.2021 Tarihinde verdikleri cevap şöyle oldu:
" Türkiye-Avustralya ilişkilerinin tarihinde Türk ve Anzak ordularını karşı karşıya getiren Çanakkale Muharebeleri önemli yer tutmaktadır. İki ülke arasında dünyada eşi bulunmayan bir şekilde, şiddetli bir savaş sırasında başlamış karşılıklı saygı ve dostuluk duyguları, pekişerek günümüze kadar devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK, 1934 yılında Avustralyalı ve Yeni Zellandalı annelere Şükrü Kaya ile ilgili gönderdiği metnin resmi bilgi ve belgelerine ulaşım çalışmalarına devam edilmektedir. Bilgilerinize sunulur.”
Sonuç olarak, Anzak Koyu'ndaki kitabe başta olmak üzere sayısız yerde kullanılan bu sözün Atamıza ait olduğuna dair en ufak bir işaret yoktur. Yukarıda da belirttiğim üzere Atatürk'ün verdiği nutuk 25 Nisan 1934'te verdiği şu nutuktur:
“25 Nisan 1915 Gelibolu ihraç hareketi [çıkarması] ve bu Yarımada’da cereyan eden bütün muharebeler, dünyaya orada kanlarını dökenlerin kahramanlığı ile beraber, bu mücadelenin sebep olduğu zayiatın milletleri için ne kadar elemli olduğunu göstermiştir.”
Dolayısı ile kitabeye 25 Nisan 1934 günü Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vermiş olduğu bu nutuk yazılmalıdır. Ülkelerarası iyi niyet, dostluk ve barışın simgesi olarak kitabede illa mevcut metin korunacaksa bu nutuk kim tarafından aktarıldıysa onun adı yazılmalı ya da yazarı "Türk Milleti" gibi bir ifade ile anonimleştirilmelidir düşüncesindeyim. Bu görev Tarihi Alan Başkanlığındadır.
Bu vesile ile, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm silah arkadaşları ve bu vatan için canını hiçe sayarak feda eden tüm şehitlerimize şükranlarımla.
Riyad AKPINAR
MUSTAFA KEMAL VE ANZAKLAR