18 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru, saat 12.00 sıralarında Sinop limanına giriş yapar. Ancak şiddetli fırtına nedeniyle Atatürk karaya çıkmaz. Üsteğmen Hikmet (Gerçekçi) Bey’i, vapura yanaşan bir sandal aracılığıyla kıyıya göndererek, Samsun’daki Tümen Komutanlığına, -gelmekte olduklarını bildiren- bir telgraf çektirir ve daha sonra yola devam eder.
1928 yılı Türkiye tarihinde unutulmayacak bir dönemdir. Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden biri olan Harf Devrimi ve bu devrimin uygulaması, 1928 yılında yapılmıştır. 8 Ağustos 1928 gecesi, İstanbul Sarayburnu Parkındaki bir toplantıda yaptığı konuşmada Atatürk: "Bizim ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir" diyerek daha önce düşündüğü ve Dil Encümenine alfabesini hazırlattığı yazı devrimini başlatmıştır. "Yeni Türk harflerinin kabulü ve uygulaması hakkında Kanun" çıkmadan önce, Anadolu, yaşlısı genciyle, çoluğu çocuğuyla seferber olmuş, yeni harfleri okuyup yazmaya çalışıyordu. Bu öğretim devresinin başöğretmeni de Atatürk’tür. 23 Ağustos 1928 günü Tekirdağ’a bir gezi yapan Atatürk. ilk uygulamayı dener. Tahta başında, memurlara ve halka yeni harflerle yazmayı öğretir. Öğrenenleri imtihan eder. Sonuç, ümit ettiğinden daha olumludur. 1 Eylül’de Çanakkale ve Gelibolu’ya giderek yeni harfler konusunda konuşmalar yapar. Üçüncü gezisi ise Sinop’tan başlar.
15 Eylül 1928 Cumartesi günü, İstanbul’dan Karadenize açılan İzmir Vapuru saat: 14.30’da Sinop İskelesi önünde demirler. O günü Sinop’ta yaşamış olan M. Şakir Ülkütaşır şöyle anlatmıştır:
".. Köylü, kasabalı, binlerce halk, parkı, yalı boyunu doldurmuştu. Bütün göğüslerin bir sabırsızlık heyecanı ile kabarıp indiği hissediliyordu. Herkes onu bekliyor, kalpler onun için çarpıyordu. Bu sırada İzmir Vapuru'nun çaldığı tiz ve fasılalı düdüklerde, sanki bir helecanın, bu heyecanın yankısı vardı. Yarım saat sonra karaya ayak basan büyük öğretmen Atatürk, altın gibi sarı saçlı başıyla halkı selamlıyor, saf bir sema gibi duru mavı gözleriyle, etrafında kaynaşanlara bakarak hatır soruyordu. Her taraftan kopan alkış tufanı, her ağızdan yükselen (Yaşa!.. Sağol!.) sesleri arasında, elifiye şalvarları ve elvan peçeleriyle dikkati çeken yanımdaki ihtiyar köylü kadınların (Hoş geldin oğul, Tanrı sana uzun ömürler vere, tuttuğunu başarasın..) diye bağrışmaları zaten heyecandan dolmuş olan gözlerimizi o anda yaşartmağa kafi gelmişti. Belediye Caddesini, bütün evlerin balkon ve pencerelerini, kale bedenlerini dolduran halkın bu coşkun gösterileri arasında Hükümet Konağını şereflendiren Büyük Öğretmen, bir süre Valilik makamında dinlendikten sonra Yatı Okulu'na geldiler. Emirler üzerine, okulun bahçesine siyah bir yazı tahtası kondu. Tarihi ders başlamıştı. Bu yazı tahtasına doğru, yarım daire şeklinde cephe almış olan yüzlerce insan, Büyük öğretmenin vakur bir tavırla anlattığı yeni Türk alfabesini öğreniyor, onun ağzından dinlemek mutluluğunu tadıyordu..."
Atatürk o gün, kara tahtaya önce (A. E. İ. O. Ü.) gibi sesli harfleri yazmış, bunları yüksek sesle okuduktan sonra, sessiz harflerden birkaç örnek vermiş, bunları da okuyarak, çevresindekilere tekrar ettirmişti. Önce öğretmenlere okuttu ve yazdırdı, ardından memurları, sonra da halktan birilerini çağırarak okuttu. Bu sırada bir bayanı da kara tahtanın başına çekti. Derken, ön sıralarda ve ayakta duran yaşlıca birisini çağırdı:
-Adın ne?
-Bekir, Paşam,
-Ne iş yaparsın ?
-Arabacıyım, Paşam.
-Okuman, yazman var mı ?
-Yok Paşam. Senden öğrenmeğe geldim.
Bu Sinop’un Arabacı Bekir Ağası idi. Okuyup yazması yoktu ama, uyanıktı. Atatürk, kara tahtadaki yazıları sildi. Koca bir (A) yazdı. Bekir Ağaya okuttu. Bekir Ağa (A) dedi. Öteki sesli harfleri de yazdı. Bekir Ağa bunları da okudu. (A) harfini tekrar okuttu, yanına bir (T) koydu. Bekir ağa heceliyordu. Sonunda (AT) dedi. Herkesin yüzü gülmüştü. Atatürk’te memnundu.
-Bu millet, üç ay içinde okuyacak ve yazacak! dedi.
Akşam yaklaşıyordu. Okuldan ayrılarak, yaya çarşıya doğru yürüdü. Meydan Kapı’ya geldiği zaman bir berber dükkanına asılmış yeni harflerle bir tabela gördü. Memnun oldu. Az ötedeki kahvehaneye girdi, bir kahve içti. Buradan şehir parkına yürüdü.
Akşam yemeğini, Park’ta hazırlanan masalarda bu geziye katılan Başbakan İsmet (İnönü), Milletvekili Kılıç Ali ve Dr. Refik (Saydam), Başyaver Rusuhi, ayrıca Sinop Valisi Ethem (Aygut) ve Sinop ileri gelenleriyle birlikte yiyen Atatürk, yanı başında, bir ağacın dalında asılı duran lüks lambasını göstererek:
-Sinop’un bu güzel mehtabı yanında bu lamba çok sönük kalıyor. Söndürünüz
onu. Şu latif manzarayı ve limanı seyredelim, dedi.
Yemek gümüş bir mehtabın ışıkları altında yendi. Saat 22’ye kadar konuşuldu.
Saat tam 22.30’da İzmir Vapuru ile Samsun’a doğru açılırken Vali’ye:
-Güzel Sinop’ta ve uyanık Sinoplular arasında hoş saatler geçirdim. Sinop’ta gördüklerimden çok memnun oldum, diyerek veda etmişti.
Atatürk’ün Sinop’a geliş günü olan 15 Eylül’ü
Sinop’lular bir bayram olarak her yıl kutladılar. Ayrıca Atatürk’ün Sinop’ta
tahta başında Arabacı Bekir Ağa’ya yeni harfleri öğreten anısını kabartma
olarak yaptırdılar ve cumhuriyetin 50. Yıldönümünde Sinop Lisesi bahçesine
yerleştirdiler. 45 yıl sonra canlanan bir hatıra oldu.
SİNOP' TA ÇEKİLMİŞ FOTOĞRAFLARI
Kaynaklar:
1- Mehmet Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Birinci Baskı, 1975
2- Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2007
3- Fotoğraflarla Atatürk, Genelkurmay Personel Başkanlığı, Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, 2015
4- Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, 2008
5- Andrew Mango, Atatürk, 2004