3 AĞUSTOS 1920 - 6 AĞUSTOS 1920
Atatürk’ün Konya’ya ilk gelişi 3 Ağustos 1920 tarihindedir. Konya ve çevresinde Kuva-i Milliye’ye karşı bazı olumsuz davranışların meydana gelmekte olduğunu öğrenen Atatürk, Konyalılarla görüşmek ve halkı aydınlatmak üzere, 3 Ağustos 1920 günü sabah saat 6' da trenle Afyon üzerinden Konya’ya gelir. Yanında Milli Savunma Bakanı Fevzi (Çakmak), Genelkurmay Başkanı Şemseddin, 12. Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşalar da vardır. Konya İstasyonunda Konya Valisi Haydar Bey, Mevki Komutanı Sabri Bey, Belediye Başkanı, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Konya Merkez Heyeti Başkanı Sivaslı Ali Kemali ve Konya ileri gelenleri, Atatürk’ü karşılarlar. Yapılan karşılama töreninden sonra Atatürk doğru Hükümet Konağına gelir. Burada çeşitli kuruluşların temsilcileriyle görüşür. İlk Konya Hadisesi’nde tutuklanmış olanların afları konusunda ısrarlı dilekler yapılır. Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı ve Adliye Bakanı Celaleddin Arif Bey’e bir telgraf gönderir: "Konya’nın durumunu memnuniyet verici buldum. Halk aydınlatılmış, kötü niyetli kişilerin sözlerine aldananlar, şimdi hatalarını anlamış, doğru yola gelmişlerdir" diyerek, Meclisin bir gün sonraki toplantısında afların çıkarılmasını, kendisi Konyadan ayrılmadan sonucun bildirilmesini ister. Ertesi gün, 4 Ağustos 1920 günü sabahı hastaneyi ve Liseyi ziyaret eden Atatürk, öğleden sonra Hükümet alanına yerleştirilen kürsüye çıkarak binlerce Konyalıya seslenir. Sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında, iç ve dış düşmanların, milletin çelik iradesi karşısında eriyeceğini, milli kuvvetlere güvenilmesini ve yardım edilmesini söyler:
-Milli amaçlara ihanet eden bedbahtlar, yine milletin iradesiyle cezalarını bulacak, hatalarını anlayacaklardır. Millet, Kuva-i Milliye ile hem fikirdir.
Atatürk’ün bu konuşmasından sonra, Antalya Milletvekili Rasih (Kaplan) Bey, memleketin kurtuluşu üzerine dua eder. Atatürk ertesi günü 5 Ağustos 1920 sabahı, Çukurovalıların düzenlediği Pozantı Kongresinde bulunmak üzere Konya’dan ayrılır. Atatürk, Pozantı toplantısının ardından akşam trenle tekrar Konya'ya döner ve ertesi günü, 6 Ağustos günü Konya'dan Afyon'a doğru hareket eder.
Konya, Büyük Taarruzdan önce, Milli Mücadelenin ikmal merkezi olmuştur. Konya’ya vali ve Mevki Komutanı olarak atanan Galip (Pasinler) Paşa ile Konya’da bulunan Menzil Müfettişi Kazım (Dirik) Paşa, Batı Cephesinin yiyecek, giyim-kuşam, silah, cephane, canlı hayvan gibi her türlü ihtiyacını Konya bölgesinden sağlayarak gönüllü alayları ile birlikte cepheye gönderilmesini sağlamışlardır. Atatürk tüm bunları yerinde incelemek ve cephede denetlemelerde bulunmak üzere 14 Mart 1922 günü Bolvadin'den Akşehir'e doğru hareket eder. Saat 14:20'de Akşehir'e ulaşır.
15 Mart günü, Akşehir'de bulunan Batı Cephesi Karargahı'na gelir, öğlen ve akşam yemeklerini İsmet (İnönü) Paşa ile birlikte yer.
17 Mart günü İsmet Paşa ile birlikte Tayyare Bölüğünü teftiş eder. Fazıl Bey ve diğer bir pilotun uçuşlarını izler.
20 Mart günü, Müdafaa-i Hukuk Heyeti, Ali İhsan (Sabis) ve Fahrettin (Altay) Paşalar Atatürk'ü ziyaret ederler.
Atatürk, 22 Mart günü Akşehir'deki mektepleri ve Medreseyi dolaşır, Kazak köyünü ziyaret eder daha sonra tekrar Akşehir'e döner.
24 Mart 1922 günü, Dışişleri Bakanı Vekili Celal Bey, İtilaf Devletlerinin mütareke teklifi notasını Akşahir'de bulunan Atatürk'e bildirir. Atatürk buna şu cevabı verir:
-Mütareke teklifini iyi saymak lazımdır. Biz yalnız, onların teklif ettiği şartları kabul edemeyeceğimizden karşı şartları öne süreceğiz.
Atatürk İtilaf Devletlerine verilecek cevabi notayı Vekiller Heyeti ile görüşmek üzere, 26 Mart günü saat 16:00'da Akşehir'den Sivrihisar'a doğru yola çıkar. 28 Mart tarihine kadar Sivrihisar'da kalan Atatürk o gün tekrar Akşehir'e döner.
29 Mart günü, İkinci İnönü zaferi'nin yıldönümü nedeniyle ordulara şu genelgeyi gönderir:
- Zalim dünyaya karşı milletimizi baştan başa boğazlayabileceğini ilan ve üstlenen istilacı ve mağrur bir düşman, geçen senenin 30 Mart günü yerlere serilerek hakkın galibiyetine boyun eğmişti. Tarihimizin en şerefli kahramanları arasına giren İkinci İnönü şehitlerine fatihalar, gazilerine minnet ve teşekkürler sunmaya, bütün cephedeki arkadaşlarımı davet ediyorum.
30 Mart günü İsmet Paşa ile birlikte Akşehir'den Çay'a giderler ve burada Birinci Ordu birliklerinin geçit törenini izlerler. 31 Mart günü Akşehir'e dönerler.
Atatürk, Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa ile birlikte 1 Nisan 1922 günü Çay üzerinden önce Ilgın’a gelerek buradaki Süvari Kolordusunu denetler, geçit töreninden sonra Konya’ya hareket eder. İsmet Paşa ise Akşehir' deki Karargahına döner.
O gün Atatürk’ü Konya İstasyonunda Vali vekili Mustafa Abdülhalik (Renda), Rüştü Paşa, Mevlana Dergahı Postnişin vekili Adil Çelebi, Demiryolları Genel Müdürü Behiç (Erkin), Belediye Başkanı M. Muhlis (Koner), Konya milletvekilleri, jandarma ve polis birlikleri, okullar, esnaf karşılar. Akşama doğru Konya’ya gelen Atatürk, halkın arasına karışarak, İstasyondan şehre doğru yürür. Doğruca, sonradan Atatürk’e hediye edilen ve şimdi de Atatürk Müzesi olan Vali Konağına gelir. Atatürk geceyi bu konakta geçirir.
Ertesi gün, 2 Nisan 1922 günü Belediyeyi, Hastaneyi ziyaret eden Atatürk, ordunun nal ihtiyacını karşılayan Konya Nalbant Okulundaki diploma töreninde bir konuşma yapar. Bu konuşmasında sanatın ve sanatçının Türk tarihindeki yerini ve önemini belirterek:
- Sanatın en basiti, en şereflisidir. Kunduracı, terzi, marangoz, saraç, demirci, nalbant, sosyal hayatımızda, askerlik hayatımızda saygıya ve haysiyet mevkiine layık sanatkarlardır der. Diplomaları dağıtırken ise şunları söyler:
-Bugün size şu diplomaları verirken derin bir sevinç duyuyorum. Buradan ordumuza dahil olacaksınız. Vatan hizmetinizi yapacaksınız. Ordumuzun sizinle iftihar edeceğine inanıyorum. Ordu sizin gibi ustalara malik oldukça memnun kalacaktır. Çoğalmanızı dilerim.
Daha sonra Yetimler Yurdu’nu, okulları ziyaret eden Atatürk, öğleden sonra Mevlana Dergahında çelebi ve dervişlerle görüşür. Mevlana Türbesini ziyaret eder.
3 Nisan 1922 günü Konya'da bulunan Demiryolları Genel Müdürlüğüne şu yazıyı yazar:
- Demiryolları idaresinde çalıştırılacak memurların seçim ve atanmasında gözönüne alınacak en önemli nokta, şüphesiz uzmanlık ve tecrübe meselesidir. Bununla beraber bu memurların bugünkü mücadelemizin gerektirdiği tam güven şartına sahip bulunmaları lazımdır. Bu görüş açısından Türk memur kullanılması esas olacaktır.
Aynı gün Konya’daki komutanlarla gizli bir görüşme yaptıktan sonra, 4 Nisan 1922 günü Ankara’ya döner.
23 TEMMUZ 1922 - 6 AĞUSTOS 1922
Büyük Taarruz günleri yaklaştıkça Atatürk, Batı Cephesi Karargahının bulunduğu Akşehir’le ilişkilerini arttırmıştı. Bir ara, 23 Temmuz 1922'de yine Akşehire gelir. Bir gün sonra Konya’da, General Townshend’le önemli bir görüşme yapacaktır. 24 Temmuz 1922 de Konya’ya gelerek bu görüşmeyi yapar. Görüşmede şu sözleri söyler:
-Evet, karşımızdaki düşmanın çok kuvvetli olduğunu biliyorum. Fakat insaniyeti savunanlar ölümle tehdit edilmelerine rağmen ölmezler ve ebediyen yaşarlar!
Atatürk aynı gün Kazım Karabekir'e çektiği telgrafta şunları yazar:
- Büyük Millet Meclisi'nin fevkalade vaziyeti sebebiyle diğer meclislerle karşılaştırma yapılamayacak derecede gizli oturumlar yapılmış ve şimdiye kadar vuku bulan gizli oturum miktarı 197'ye ulaşmıştır.
Atatürk 27 Temmuz günü Konya'dan Akşehir’e döner. 24 Temmuz günü Konya'da Atatürk ile görüşmüş olan General Townshend 27 Temmuz günü gönderdiği raporda şunları yazar:
"Türk milli ordusu güçlü ve etkindir. İngiltere Hükümeti bunu kavrayabilmiş değildir. Yepyeni bir Türkiye doğmuştur. Bu da İngiltere' de henüz anlaşılmış değildir. Türkü Avrupa dışına, Anadolu'ya itmeğe çalışmak çılgınlıktır."
Atatürk, Akşehir'e çağrılmış olan ordu komutanlarına 27 Temmuz gecesi Büyük Taarruz planını açıklar ve bu plan üzerinde genel görüşmeler yapılır.
Atatürk, 30 Temmuz günü, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile birlikte, yapılacak olan taarruzun ayrıntılarını görüşür.
Atatürk, 6 Ağustos günü Kazım (Özalp) Paşa ile birlikte Akşehir'den, Konya yoluyla Ankara'ya döner.
17 AĞUSTOS 1922 - 24 AĞUSTOS 1922
Büyük Taarruz'un hemen öncesinde, 17 Ağustos 1922'de, Atatürk gizlice, Tuzgölü üzerinden otomobille Konya’ya gelir. Geceyi, Demiryolları Genel Müdürü Behiç (Erkin) Bey'in evinde geçirir. Ertesi gün yine gizli olarak Akşehir'e hareket eder. 20 Ağustos 1922 gecesi Akşehir'de Batı Cephesi Karargahında 1. Ordu Komutanı Nurettin ve 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşalara taarruz planını harita üzerinde açıklar ve taarruz emrini verir. Aynı gün Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'nde yayımlanan haber ise şöyledir:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Ağustos'un 21. Pazartesi günü öğleden sonra saat 4:00' te Çankaya'daki köşklerinde şehrimizde bulunan kordiplomatiğe bir ziyafet vereceklerdir. Ziyafette bütün elçiler ve siyasi kişiler hazır bulunacaktır. Birçok kişiye dün bu hususta davetiye gönderilmiştir."
Atatürk 21 Ağustos günü Konya'ya döner. Atatürk, 24 Ağustos 1922 günü, Konya'dan tekrar Akşehir'e gelir. Aynı gün Başkomutanlık ve Batı Cephesi Karargahları Akşehir'den cephe gerisinde bulunan Şuhut Kasabasına nakledilir. Atatürk Şuhut'a geçer.
Zaferden sonra Atatürk, yurt gezilerine başlar. 14 Mart 1923'te, Adana’ya gitmek üzere, trenle Konya’dan geçer, dönüşte, 20 Mart 1923 günü öğleye doğru Konya’ya gelir. Yanında eşi Latife (Uşaklıgil), milletvekillerinden Kılıç Ali, Salih (Bozok), Recep Zühtü, İsmail Habib (Sevük), yaver Muzaffer (Kılıç), Muhafız Tabur Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe), Dr. Asım ve başka konuklar vardır. Konya Garı'nda karşılayanlar arasında Konya Valisi Kazım Müfid, Belediye Başkanı M. Muhlis (Koner), Konya Milletvekili ve Mevlana Dergahı postnişini Abdülhalim Çelebi, Ordu Komutanı Ali İhsan (Sabis) vardır. Atatürk askeri birliği denetledikten sonra, öğrencileri ve halkı selamlar. Burdan Hükümet Konağına gelir. Alanı dolduran binlerce Konyalı’ya Atatürk şu konuşmayı yapar:
-Efendiler! Bilmem hatırınızda mı? Üç yıl evvel de burada Konya halkı ile karşı karşıya gelmiş, kendileriyle fikir teatisinde bulunmuş, o zaman milletin içinde bulunduğu üzücü şartlari Konyalılarla başbaşa konuşmuştum. O zaman demiştim ki bu milletin namusunu, istikbalini, hayatını kurtarmak için onun bütün mevcudiyetine kasteden kuvvetleri mahvetmeğe bu milletin kabiliyeti, asaleti, azmi kafidir. Bu sözümün doğruluğunu olaylar ispat etmiştir. Milleti refah ve mutluluğa götürecek alanlarda güven ve başarıyla yürüyebilmek, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart milletin doğrudan doğruya kendi egemenliğine, kendinin sahip olmasıdır. Bu idare tarzına karşı tehlikelerin hepsi ortadan kalkmış değildir. Lakin egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın değerini pek iyi anlayan millet, bu kutsal egemenliğine karşı başgösterecek her tehlikeyi boğacaktır. Konyalılar tarihin her devrinde acı tatlı günler gördüler. Tarihin dersindeki önemi herkes gibi Konyalıların da takdir edeceğine eminim. Bu inanladır ki, Konya’nın milli egemenliğin yerleşmesinde en güçlü dayanak noktalarından biri olacağına inancım büyüktür.
O gece Şehir Meclisi salonundaki yemekte de konuşan Atatürk şunları söyler:
-Bugün için düşündüğüm tek şey kapitülasyonlardır. Maddeten, gerçekten, kanla kaldırılmış olan kapitülasyonların bir daha dirilmemek üzere yokluğa gömülmesini temin etmektir. Ticaretimizin de, sanayimizin de, ekonomimizin de gelişmesi ve yükselmesi ancak buna bağlıdır.
Atatürk, yemekten sonra Konya Türk Ocağında yapılan toplantıda Milliyetçilik konusunda uzun bir konuşma yapar ve şu sözleri söyler:
-Bilirsiniz ki, milliyet teorisini, milliyet ülküsünü çözüp dağıtmaya çalışan teorilerin dünya üzerinde uygulanma kabiliyeti bulunamamıştır. Çünkü tarih, olaylar ve gözlemler, insanlar ve milletler arasında hep milliyetin hakim olduğunu göstermiştir. Milliyet ilkesi aleyhindeki büyük ölçüde eylemsel tecrübelere rağmen yine milliyet duygusunun öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.
Atatürk, 20/21 Mart 1923 gecesi, Konya Türk Ocağında geç vakitlere kadar gençleri dinler, ayrılırken Ocağın defterine şu cümleleri yazar:
-Konya, çeşitli Türk devletleri yaşamış, öz Türk vatanıdır. Konya, asırlardanberi tüten büyük bir nurun ocağıdır. Türk kültürünün esaslı kaynaklarından biridir. Konya Türk Ocağı, Konya Türklüğünün hakiki bir timsali olmalıdır. Bu ocaktan milletin duygusunu, ülküsünü daima ısıtacak, nurlandıracak parlak alevler gökyüzüne yükselmelidir, çok yükselmelidir. O kadar ki bu alev, vatanın bütün ufuklarında aydınlıklar vücuda getirebilsin. Konyanın genç dimağları, atılgan, cesur, sebatkar çocukları! Ocağınıza sahip olunuz. Bütün engeller, Ocağınızın ateşi karşısında derhal yanıp karaduman olmağa mahkumdur. Gazi Mustafa Kemal
Bu cümlelerin altına eşi Latife Hanım şu satırları ekliyerek imza eder:
"Konyanın seçkin gençlerine! Çalışmalarınızla, gücünüzle, her biriniz vatanın ufuklarında birer parlak güneş olunuz. Ancak elinizi hırs ve menfaatten çok dikkatle esirgeyiniz. Latife Mustafa Kemal."
Alkışlar arasında Türk Ocağından ayrılarak Köşklerine giderler.
Ertesi günü 21 Martta, Konya Hilal-i Ahmer (Kızılay) Kadınlar Kolu, konuklar için bir çay verir. Atatürk, burada "Türk Kadınlığı" konusunda tarihi, uzun bir konuşma yapar:
Saygıdeğer Hanım ve Beyefendiler;
Bu dakikada Konya’nın çok seçkin kıymetli hanımlariyle, çok saygıdeğer aydın hemşirelerimizle ve kendilerine eşlik eden arkadaşlariyle hep bir arada bulunmaktan çok memnun ve duyguluyum. Bize böyle samimi, mutluluk verici, kıymetli dakikalar gösteren Konya Hilâl-i Ahmer Kadınlar Şubesini teşkil eden Hanımefendilere özellikle teşekkürlerimi arz ederim. Özellikle Hemşiremiz Hanımefendinin, cemiyetlerinin duygularının tercümanı olarak hakkımda söyledikleri son derece övgülere karşı teşekkür ederim. Hanımefendi hemşiremiz söyledikleri nutukla memleketimizin kırk senedir yaşadığı hayatı, geçirdiği devreleri çok kıymetli ve çok açık şekilde özetlediler. Bunu açıklamak için bir kelime bile hatırlamak ve ilâve etmek istemiyorum. Sözlerini bu şekilde uygunlukla andıktan sonra şunu ilâve edeyim ki, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin ve özellikle bu yüce cemiyette çok büyük faaliyet ve dirayetle fedakârlık gösteren saygıdeğer hanımlarımızın askeri hareketlerde, Milli Mücadelenin başarıya ulaşmasında gösterdikleri gayret ve yardım, orduya yapılan hizmetlerin kıymetlilerinden birini oluşturmaktadır. Ordunun Başkomutanı sıfatiyle yüce heyetinize teşekkürlerimi arz ederim.Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da kararlı bir şekilde çalışarak memleketimize daha çok hizmetler yapacağınıza eminim.Hanımlar, Efendiler!
Bu son yılların inkılâp hayatında, ateşli fedakârlıklarla yüklü mücadele hayatında, milleti ölümden kurtararak kurtuluşa ve bağımsızlığa götüren kararlı çalışma hayatında, her millet bireyinin çalışması, gayreti, emeği, fedakârlığı geçmiştir. Bunlar içinde en fazla yüceltilmesi, anılması ve daima teşekkür ile tekrar edilmesi gereken bir emek vardır ki, o da, Anadolu kadınının göstermiş olduğu çok yüce, çok yüksek, çok kıymetli fedakârlıktır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışması söylememize imkânı yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar gayret gösterdim” diyemez.Hanımlar ve Efendiler;
Kadınlarımız aslında sosyal hayatta erkeklerimizle her zaman yan yana yaşadılar. Bugün değil, eskiden beri, uzun zamanlardan beri, kadınlarımız erkeklerle başbaşa, mücadele hayatında, ziraat hayatında, geçinme hayatında, erkeklerimizden yarım adım geri kalmayarak yürüdüler. Belki erkeklerimiz memleketi istilâ eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında varlıklarını ispat ettiler. Fakat erkeklerimizin oluşturduğu ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin varlık nedenlerini hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkâr edemez ki, bu savaşta ve ondan önceki savaşlarda milletin hayat kabiliyetini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, ürünleri pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber; sırtiyle, kağnısiyle, kucağındaki yavrusiyle, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin savaş malzemelerini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilâhi Anadolu kadınları olmuştur. Bundan dolayı hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle sonsuza dek kutlayalım.Fakat saygıdeğer hanımlar ve saygıdeğer beyler, hepinizce bilinir ki, kadınlarımızın bu kadar fedakârlığına, kadınlarımızın bu kadar hizmetine, erkeklerden hiçbir yerde geri kalmayan bu kadar ehliyetlerine rağmen düşmanlarımız ve Türk kadınının ruhunu bilmeyen yüzeysel bakışlar kadınlarımıza bazı yüklemelerde bulunmaktadırlar. Kadınlarımızın hayatta tembelce yaşadıklarını, bilgi ile gelişme ile ilişkileri bulunmadığını, medeni ve sosyal hayat ile ilgili olmadıklarını, kadınlarımızın her şeyden mahrum kaldıklarını, onların Türk erkekleri tarafından, hayattan, dünyadan, insanlıktan, iş güçten uzak tutulduğunu söyleyenler vardır. Fakat gerçekte böyle midir? Şüphesiz ki Türk kadınını bu şekilde görmek, Türk kadınını görmemektir. Yabancıların ve bizi düşman gözüyle görenlerin tanımlayıp tanıttığı kadınlar, bu vatanın asıl kadını, Anadolu’nun asıl Türk kadını değildir. Öyle kadınlar bizim asıl hayatımızda ve asıl memleketimizde yoktur. Türk kadınını yanlış görüp yanlış anlatanlar, özellikle büyük şehirlerimizde, gelişmiş, medeni zannedilen yerlerde bazı Türk hanımlarının dış görünüşlerine bakarak aldanıyorlar. O kadınların dış görünüşlerini aleyhimizdeki kötü yorumlara uygun bir zemin olarak alıyorlar. Milletin genel hayatına oranla çok sınırlı ve değersiz olan o kadınları, onların dış görünüşlerinden çıkardıkları manayı bütün Türk kadınlığına yayıyorlar. İşte ilk düzeltilecek hata ve ilk ilân edilecek gerçek buradadır. Dış görünüşleriyle düşmanlarımıza ve özellikle içimizdeki kötülere bilerek ve daha fazla bilmeyerek haklı bir yalan sermayesi veren görüntülere, hepiniz biliyorsunuz ve herkes biliyor ki, en fazla memleketimizin en büyük şehri olan, asırlarca devletin başkenti ve hilâfet merkezi bulunan İstanbul’da rastlanılıyor. Düşmanlarımız bu görüntüdeki kadınlardan aldıkları izlenimler ile acı hükümler veriyor ve diyorlar ki: Türkiye medeni bir millet olamaz, çünkü Türkiye halkı iki parçadan oluşmuştur. Kadın ve erkek diye iki kısma ayrılmıştır, halbuki bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse ilerlemesi ve medenileşmesine bilimsel olarak imkân yoktur.
Saygıdeğer Hanımlar, düşmanlarımızı aldatan bu dış görünüş; özellikle kadınlarımızın şeklinden, giyinme şeklinden ve örtünme biçiminden doğuyor. Onların aldanmalarına neden olan diğer bir nokta da yabancılarla temas edebilecek konumda bulunan kadınlarımızın tavırlarının ve hareketlerinin milli işlerimizin ve hareketlerimizin simgesi olmayıp, belki Avrupa ve hareketlerinin taklitçisi olarak görülmesidir. Gerçekten memleketimizin bazı yerlerinde, en fazla büyük şehirlerinde, giyim şeklimiz, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyim ve örtünme biçiminde iki şekil oluşuyor; ya ifrat ya da tefrit görülüyor. Yani; ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren bir kıyafet ya da Avrupa’nın çok serbest balolarında bile dış kıyafet olarak giyilemeyecek kadar açık bir giyim. Bunun her ikisi de şeriatın teklifi, dinin emri dışındadır. Bizim dinimiz kadını o aşırılıktan da, bu aşırılıktan da arındırır.O şekiller dinimizin gereği değil, karşıtıdır. Dinimizin önerdiği örtünme hem hayata, hem erdeme uygundur. Kadınlarımız şeriatın teklifi, dinin emri gereğince örtünselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne o kadar açılacaklardı. Şeri olan örtünme, kadınlar için zorluk gerektirmeyecek, kadınların sosyal hayatta, ekonomik hayatta, geçinme ve ilim hayatında erkeklerle işbirliği etmesine engel bulunmayacak basit bir şekildedir. Bu basit şekil toplumumuzun ahlâk ve adabına aykırı değildir.Giyim şeklimizi aşırılığa vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine göre gelenekleri, kendine has âdetleri, kendine göre milli özellikleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne de kendi milliyeti içinde kalabilir. Bunun sonucu şüphesiz ki zarardır.
Bizim örtünme meselesinde göz önüne alacağımız şey, bir yandan milletin ruhunu, diğer yandan hayatın gereklerini düşünmektir. Örtünmedeki aşırılıktan kurtulmakla bu iki ihtiyacı tatmin etmiş olacağız. Giyim şeklimizde milletin ruhî ihtiyaçlarını karşılamak için, İslâm ve Türk hayatını başlangıçtan bugüne kadar hakkıyla araştırmamız ve etraflıca aydınlatmamız gerekir. Bunu yaparsak görürüz ki, şimdiki giyim şeklimiz ve kıyafetimiz onlardan başkadır, Ancak onlardan daha iyidir diyemeyiz. Bizim kadın hayatımızda, kadının giyim şeklinde yenilik yapmak meselesi söz konusu değildir. Milletimize bu konuda yeni şeyleri bellettirmek zorunda değiliz. Belki ancak dinimizde, milliyetimizde, tarihimizde zaten var olan, sevilen âdetlere düzenli akış vermek söz konusu olabilir. Biz başlı başımıza fert olarak her türlü şekilleri uygulayabilir, kendi zevkimize, kendi arzumuza, kendi terbiye ve seviyemize göre istediğimiz kıyafeti seçebiliriz. Ancak bütün milletin kabul edip değerli göreceği şekilleri, bütün milletin hayatında uygulama yeteneği olan kıyafetleri herhalde genel eğilimlerde aramak ve o şekillerin başarısını genel eğilimlere uygunlukta görmek lâzımdır. Bazı milletlerin zevk alemlerini memleketimizde uygulamaya kalkmak doğal olarak hatadır. Bu yol, sosyal hayatımızı, bilime ve fazilete ulaştırmaz.
Daha güvenle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını bilimsel, ahlâki, sosyal, ekonomik hayatta erkek ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekçisi yapmak yoludur. Eğer kadınlarımız şeriatın önerdiği, dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin gerektirdiği hareket tavrı ile içimizde bulunur; milletin bilim, sanat, sosyal hayat hareketlerine katılırsa bu hali, emin olunuz; milletin en tutucusu bile takdirden kendini engelleyemez. Tersine durum karşısında söylenecek sözlere karşı, belki onun girişimcilerinden daha fazla savunucusu olur.Benimle görüşen bazı yabancı gazetecileri özellikle bir İngiliz bayan gazetecisi, ismini hatırıma getiremedim, bir sıra makaleler yazmış. Bu makalelerin birinde rastlamıştım, diyor ki: Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları memlekette çok yeniliklerde bulunabilirler, birçok yenilikler yapabilirler, pekçok şeyleri değiştirebilirler; fakat yalnız bir şey yapamazlar, o da kadınların giyim şeklini değiştirmektir.Bu İngiliz hanım gazeteci bundan söz ettiği zaman hep İstanbul’da gördüğü bazı hanımların fazla hoşgörülü kıyafetlerini düşünüyordu. Nitekim makalesinin diğer kısımlarında bu konuyu açıklıyor ve diyor ki; çünkü o hanımlar o kadar şık, o kadar zarif, o kadar incedirler ki; bütün Avrupa kadınları onları kendilerine model alsalar lâyıktır!
İşte bir yabancı hanım gazetecinin bu tanıklığından da anlaşılıyor ki bizim kadınlarımız, bazı yerlerde, Avrupa kadınlarını bile imrenmeye götürecek kadar ilerlemişlerdir ve eğer kadınlarımız yalnız bu yönü düşünür ve yalnız şıklıkta, incelikte Avrupa kadınlarını bile geçmeyi amaçlarlarsa kadınlık hayatında, dolayısiyle bütün milletin hayatında varmak istediğimiz mutlu inkılâba ulaşmakta zorlanırız. Örtünme şekli görünümde kolaylıkla, güvenle yürüyebilmek dinin, eski milli geleneklerin, akıl ve mantığın, ahlâk ve faziletin emrettiği doğal ve basit şekli kabul etmektir. İslâm dinimizin tarif ettiği şekilden yararlanmak ve onu hayatımıza uygulamak amaca varmak için yeterlidir.Kadınlarımızın her millette olduğu gibi, bizim milletimiz için de ne kadar yüksek önemi olduğunu söylemeğe gerek yoktur. Bizim milletimizde kadın, eskiden bu önemi gerçekten en yüksek derecede kazanmıştır. Büyük atalarımız ve onların anaları, tarihin ve olayların tanıklığıyla sabittir ki, cidden yüksek faziletler göstermişlerdir. Burada birçok noktalardan sayabileceğimiz o faziletlerin en büyüğü ve en önemlisi kıymetli evlâtlar yetiştirmeleriydi. Gerçekten Türk milletinin bütün dünyada yalnız Asya’da değil Avrupa’da bile büyük üstünlükler göstermiş olması, gösterişli hareketler yapmış olması, hep öyle kıymetli ataların faziletli evlâtlar yetiştirmesi ve daha beşikten çocuklarının ruhuna mertlik ve fazilet aşılaması sayesinde idi. Şunu söylemek istiyorum ki, kadınlarımızın toplum görevlerinde üzerlerine düşen hisselerden başka kendileri için en önemli, en hayırlı, en faziletli bir görevleri de iyi anne olmaktır. Zaman ilerledikçe. İlim geliştikçe, uygarlık dev adımlarıyla yürüdükçe, hayatın, asrın bugünkü gereklerine göre evlât yetiştirmenin zorluklarını biliyoruz. Anaların bugünkü evlâtlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gereken kaliteye sahip evlat yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü hayat için çalışan bir parça haline koymak, pekçok yüksek vasıfların sahibi olmağa bağlıdır. Bundan dolayı kadınlarımız hatta erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha fazla bilgili olmak zorundadırlar. Eğer gerçekten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.Çok büyük teşekkür duygularımızla görüyoruz ve görmekteyiz ki, her yerde hanımlarımız erkeklerle fikir ve nur yolunda yarışırcasına yürüyorlar. Yine teşekkürle söylemek gerekir ki, hiç bir yerde kadınlarımız erkeklerden aşağı değildir. Hemen her yerde kadın ve erkek seviyesi arasında bir eşitlik görmekteyim. Bu durum övgüye değerdir. Kadınlarımızın, daha uygun olmayan şartlar altında erkeklerden geri kalmayışı ve belki aynı şartlar altında erkeklerden ileri gidişi övünme gerektirir. Ancak kadınlarımız bununla gururlu olmalı değil, özellikle aydın hanımlarımız yabancıların, düşmanların ve içimizdeki kötülük isteyenlerin kendilerine atfetmek ve yüklemek istedikleri gerçek ve doğru olmayan eksiklerin gerçekten var olmadığını ve doğru olmadığını göstermek mecburiyetindedirler. Bunu fiilen, maddeten, giyimleriyle, tavır ve hareketleriyle, her şeyleriyle göstermişler ve ispat etmişlerdir.
Şunu ilâve edeyim ki, kadınlık meselesinde görünüşteki şekil ve kıyafet ikinci derecededir. Asıl mücadele alanı, kadınlarımız için şekilde ve kıyafette başarıdan fazla nur ile, irfan ile, gerçek faziletle süslenmek ve donanmaktır. Ben saygıdeğer hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, tersine pekçok yönlerde onların üstüne çıkacak nur ve irfanla hazırlanacaklarına kesinlikle şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım. Sözlerime son vermeden önce sözlerini dikkatle dinlediğim hemşiremiz Hanımefendinin benim ve eşim Lâtife’nin hakkında kardeşçe gösterdikleri tebriklerden dolayı kendilerine ayrıca teşekkür eder, Konya hanımlarına önderlik eden sizlerin karşısında bize mutlu dakikalar geçirttiğiniz için hepinize teşekkür ederim. (Hâkimiyeti Milliye, 29.3.1923)
Buradan sonra Konya Sultanisini ziyaret eder. Atatürk burada da, öğretmen ve öğrencilere yaptığı konuşmada şu sözleri söyler:
-Tüm olarak yapacağımız kurtuluş ve devrim hareketinin de düşmana karşı yaptığımız istiklal hareketi gibi eninde sonunda başarı ile sonuçlanacağına asla şüphem yoktur.
22 Mart 1923 günü, Konya’da Mevlana Türbesi ve Dergahını ziyaret eden Atatürk, Dergahta yapılan mevlevi semaını izler, Mevlana için övücü sözler söyler:
-Mevlâna, Büyük, Çok Büyük…Mevlâna, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatördür. Müslümanlık, aslında geniş mânâsıyla müsamahalı ve modern bir dindir. Mevlevîlik ise Türk ananesinin Müslümanlığa nüfuz örneğidir. İlâhî bir mûsıkînin âhengi içerisinde dönerek, Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehâsının, ileri görüş ve düşüncesinin tabiî bir ifadesidir.
Atatürk, 23 Mart 1923 günü sabahleyin Afyon’a gitmek üzere Konya’dan ayrılır.
Atatürk’ün Konya’ya altıncı gelişi, 3 Ocak 1925 tarihinde olur. O gün, Atatürk yine eşi Latife Hanımla birlikte gelir. Ankara-Afyon üzerinden gelen özel tren, saat 10:20'de Konya İstasyonunda durur. Konya Valisi Kazım Müfid, Belediye Başkanı Kazım (Gürel) le, Fahrettin (Altay) ve Naci (Eldeniz) paşalar karşılarlar. İstasyondan doğruca, Konyalıların kendisine armağan ettiği Köşk’e gelir. Balkondan halkı selamlar, yapılan geçit törenini izler. Atatürk kendi Köşkünde dinlenir, günlük notlar halinde anılarını yazar. Sonradan yayınlanan bu notlardan birinde şunları yazmıştır:
-Memleket ve milletin kurtuluşu ve saadeti için çalışmaktan başka bir maksadım yoktur. Bu bir insan için kafi bir sevinç ve haz temin eder. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddütümüz yoktur.
Atatürk 4 Ocak günü Konya'da ziyaret ve denetlemelerde bulunur. Adana'nın Kurtuluş Bayramı'na katılacak olan TBMM Heyeti'ni kabul eder. O gün, tuttuğu günlüğe şu notu düşer:
-Milleti idarede ilkemiz, milletin müşterek ve umumi görüş ve eğilimlerine uymaktır. Bu görüş ve eğilimlerin gerçek ve ciddi olabilmesi, milletin maddi ve manevi ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır.
Atatürk 5 Ocak günü, Kolordu'yu, Vilayet'i, Belediye'yi ve Halk Partisi Merkezini ziyaret eder. Tuttuğu günlüğe ise şunları yazar:
-Biz keyfi hareket etmeyiz. Müstebit (zorba) asla değiliz. Hayatımız, bütün faaliyetimiz memleket işlerinde keyfi ve müstebit hareket edenlere karşı mücadele ile geçmiştir. Bizim akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek belirgin özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar, bu gerçeğin kanıtıdırlar.
6 Ocak günü bazı şehir ve kasabalardan gelen heyetleri kabul eden Atatürk, görüşmelerden sonra Meram'a kadar bir gezinti yapar.
Atatürk, 7 Ocak günü aldığı notta şunları yazar:
-Ankara, Hükümet merkezidir ve ebediyen Hükümet merkezi kalacaktır!
Atatürk, 9 Ocak günü "Musul Tetkik Heyeti" ile görüşür.
11 Ocak 1925 günü, Alaattin Tepesi'nde yapılan I. İnönü Savaşı’nın 4. Yıldönümü Kutlama Töreninde hazır bulunur ve burada tarihi konuşmalarından birini yapar:
-Birinci İnönü Meydan Muharebesi, inkilap tarihimizin çok önemli, çok verimli bir sayfasıdır. Bizden sonrakiler ve bütün cihan bu sayfayı mütalaa ve tetkik ettikçe Türk inkilabını yapan bugünkü Türk ordusunu ve bu orduyu sinesinden çıkaran bugünkü Türk topluluğunu elbette saygıyla anacak ve takdir edecektir!
Atatürk bu gelişinde Konya’da 10 gün kalır, bu arada çevrede küçük gezintiler yapar. 13 Ocak sabahı, Adana’ya gitmek üzere şehirden ayrılır.
Atatürk, 17 Ekim 1925 Cumartesi günü saat 11'de İzmir'den Konya’ya gelir. O günlerde memleket, Şapka Devrimi’nin heyecanlı günlerini yaşamaktadır. İstasyonda Atatürk’ü karşılayanlar, başlarına şapka, ya da şapkaya benzer ne varsa giymişlerdir. Halktan çoğu, keçeden yapılan Konya külahının önüne bir güneşlik ekleyerek kaskete benzetmiş, başına geçirmiştir. Atatürk, bundan çok memnun olur. Şapkasını sallayarak halkı selamlar. Yaptığı teşekkür konuşmasında şu sözleri söyler:
-Konya'da bayındırlığa ve uygarlığa sarf olunan çalışmanın verimli sonuçları meydandadır. Özellikle aziz Konya halkının en son şereflendirildiğim tarihten bugüne kadar duygularında, görüşlerinde, yenilik ve ilerleme yolunda yürüme kararında ne derece yüksek fark gördüğümü takdirlerle ifade ederim.
Atatürk daha sonra Köşküne gider. O gün akşam Konya Lisesinde bir "Fes Yırtma Bayramı" düzenlenir ve öğrenciler eski feslerini yırtarak okulun bahçesinde yakarlar.
Atatürk, ertesi gün, 18 Ekim Pazar günü öğleden sonra Hükümeti, Belediyeyi ziyaret eder. Türkocağına gelerek gençlerle konuşur. Buradan Öğretmenler Birliği’ne gelir, ve bir konuşma yapar:
-Her türlü başarı sırrının, her nevi kuvvetin, kudretin gerçek kaynağının, milletin kendisi olduğuna inancımız tamdır. ...Yürümekte olduğumuz yenilik, ilerleme ve medeniyet yolunda sizlerden oluşan bir Türk İrfan ordusuna dayandıkça ergeç başarılı olacağımıza inancım kesindir. Şimdiye kadar olduğu gibi birbirimize dayanarak, milletin birlikte iradesine güvenerek yürümekte devam edeceğiz. Milletimizin ulaşmaya zorunlu olduğu hedefler büyüktür. Ergeç bu nurlu hedeflere varılacaktır. Onun için birbirimize vereceğimiz işaret ileri! Daima ileridir.
Ertesi gün, 19 Ekim’de Konya Türkocağı'nı ziyaret eder ve burada yaptığı konuşmada şunları söyler:
-Verimli ve parlak alınlarınızda çok büyük ümitler görmekten duyduğum zevk ve mutluluk büyüktür.
Daha sonra Konya Öğretmenler Birliği müsameresinde yaptığı konuşmada ise şu sözleri söyler:
- Zaman, bütün gerçekleri en geri olanlara dahi anlatacaktır. Milletimizi vehimlerden nefsini kurtarmağa gücü yetecek hale getirmeğe çok çalışalım!
Atatürk, akşam saat 8' de Konya’dan ayrılır ve Afyon’a doğru hareket eder.
Atatürk 18 Mayıs 1926 günü Güney Anadolu gezisinden dönmektedir. Yolda Çumra İstasyonunda kendisini karşılayan Konya Heyeti ile görüşür. Konya Ovasının sulama durumu konusunda bilgi alır. Birlikte, saat 17:50’de Konya’ya gelirler. İstasyon’dan Köşke gelen Atatürk, balkondan halkı selamlar, bir gece dinlendikten sonra ertesi günü Bozöyük’e geçer.
Atatürk, 1931 yılının başlarında uzun süren bir yurt gezisine çıkmıştır. Serbest Fırka denemesinden sonra, memleketin sosyal ve ekonomik sorunlarını yerinde incelemek üzere bir uzmanlar heyeti de Atatürkle birlikte gezileri izlemektedir. Bu günlerde Atatürk, 18 Şubat 1931'de Adana’dan Konya’ya gelir. Çalışmalarını Köşkünde sürdürerek Konyadaki devlet kuruluşlarını sık sık denetler.
20 Şubat günü Konya'da incelemeler yapan Atatürk, Başbakan İsmet Paşa'ya müzeler, eski sanat ve uygarlık eserlerinin korunması hakkında şu telgrafı gönderir:
-Memleketimizin hemen her tarafında emsalsiz defineler halinde yatmakta olan eski uygarlık eserlerinin ileride tarafımızdan meydana çıkarılarak bilimsel bir şekilde korunma ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan abidelerin korunmaları için müze müdürlüklerinde ve bazı kazı işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına kesin lüzum vardır. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığınca dışarıya öğretime gönderilecek öğrenciden bir kısmının bu şubeye ayrılması uygun olacağı fikrindeyim.
Atatürk, 21 Şubat 1931 günü Asar-ı Atika (Eski eserler) ve Mevlana Müzesini ziyaret eder. Konya Mevlana Müzesinde saatlerce incelemelerde bulunur, Müzenin hatıra defterine şunları yazarak memnuniyetini belirtir:
-Bilgi eseri olduğu anlaşılan tertip ve intizamdan çok memnun oldum."
22 Şubat 1931 gecesi Konya Orduevinde yapılan toplantıda konuşan Atatürk şunları söyler:
-Bütün tarih bize gösteriyor ki, milletler yüksek amaçlarına erişmek istediği zaman, bu atılımları karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu genelliği içinde yüksek bir istisna bizim tarihimizde, Türk tarihinde görülür. Bilirsiniz ki, Türk Milleti ne vakit yükselmek için adım atmak istemişse, bu adımların önünde daima baş olarak, daima yüksek milli ideali gerçekleştiren hareketlerin önderi olarak kendi kahraman çocuklarından oluşan ordusunu görmüştür. ...Türk milleti, tehlikelere karşı elinde kılıç yürümeye hazır bulunan kahraman çocuklarına derin bir güven beslemiştir. Ve bu güveni daima besleyecektir. Bundan sonra da Türk milletinin ulvi idealine kavuşabilmesi için kahraman asker evlatları hep önde gidecektir.
Atatürk, 28 Şubatta Halk Fırkasını, Türk Ocağını ziyaret eder, Türkocağında, gençlere seslenerek şu sözleri söyler:
-Konya’nın değerli ve seçkin gençleri ile karşı karşıya olmaktan ve kendilerini her vakit olduğu gibi şimdi de neşeli görmekten çok memnunum, bahtiyarım. ...Partimizin yüksek ülküsünü ve programının esaslarını bütün vatandaşlara anlatmalıdır.
Atatürk, 1 Mart 1931 günü, öğleden sonra, Ordu Müfettişi Fahrettin (Altay) Paşa ile birlikte, Alaeddin Tepesi’ndeki Alaeddin Camiini, Selçuklu Sultanları Türbesi’ni ziyaret eder ve ilgililerden bilgi alır. O gün akşama doğru Afyon’a hareket eder.
Atatürk, 25 Ocak 1933 günü, Afyon’dan Adana’ya giderken sabah saat 6:10 da Konya Garında yarım saat kadar oturur, kendisini Akşehirden beri izleyen Konya Heyeti ile görüşür.
6 Şubat 1934 saat 15’te Niğde istikametinden Konya'ya gelen Atatürk, Köşk’te kısa bir dinlenmeden sonra, Hükümeti, Kolorduyu, Belediyeyi ziyaret eder, Halkevlilerle bir süre görüştükten sonra o gece saat 22:30’da Ankara’ya döner.
Atatürk, 7 Ocak 1937 de bir İstanbul dönüşü Eskişehirden Konya’ya gelir, İstasyon’da törenle karşılanır, Konya Garında bir saat kadar görüştükten sonra Ankara’ya döner.
Atatürk'ün Konya’ya son geliş tarihi 20 Kasım 1937' dir. O gün sabah saat 5:20'de Adana üzerinden Konya'ya gelen Atatürk, Konya Valisi Cemal Bardakçı, Belediye Başkanı Şevki Ergun ve başkalarıyla kısa bir görüşme yaptıktan sonra Afyon'a doğru yoluna devam eder.
KONYA' DA ÇEKİLMİŞ FOTOĞRAFLARI
Kaynaklar:
1- Mehmet Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Birinci Baskı, 1975
2- Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2007
3- Fotoğraflarla Atatürk, Genelkurmay Personel Başkanlığı, Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, 2015
4- Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, 2008
5- Andrew Mango, Atatürk, 2004
6-https://konyakultur.gov.tr/index.php?route=modules/items&item_id=15