23 AĞUSTOS 1925 - 31 AĞUSTOS 1925
1925 yılı Ağustos ayı başlarında, Ankara’ya 8 kişilik bir Kastamonu heyeti gelir ve Kastamonu Milletvekili Mehmet Fuat ile birlikte 11 Ağustos günü Atatürk’le görüşerek kendisini Kastamonu’ya davet ederler. (Heyet Başkanı Cumhuriyet Halk Fırkası Mutemedi Hüsnü (Berker) ile Belediyeden Akdoğanlızade Mehmet Ali Efendi (Sultan Efendi), İl Daimi Encümen Üyesi Sabri, Ticaret Odası Başkanı Hacı Mehmet Rıza (Saltık), Tatlızade Emin (Halk Fırkası ve Türk Ocağı İdare Heyeti Üyesi), Açıksöz Gazetesi Müdürü Hüsnü (Açıksöz), Öğretmenler Birliği’nden Hacer (Kaladar), Öğretmenler Birliği’nden 3. Anaokulu Başöğretmeni Hikmet Melike (Bakan) ) Atatürk, Kastamonu’ya o güne kadar hiç gitmemişti, bu daveti hemen kabul eder.
23 Ağustos 1925 Pazar sabahı, Kütahya Milletvekili Nuri (Conker), Rize Milletvekili Fuat (Bulca), Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik (Bıyıklıoğlu), Başyaver Rusuhi, Yaver Muzaffer, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) ile birlikte otomobillerle Ankara'dan hareket ederler ve Kalecik'te kısa bir dinlenmeden sonra öğleye doğru Çankırı’ya varırlar. Atatürk, gri renk bir elbise giymiş, başına geniş kenarlı bir panama şapkası geçirmiştir. Geziye katılanlar da şapkalıdır. Kendilerini yol üzerinde Çankırı Valisi Cemil, Belediye Başkanı Operatör Rıfkı Bey karşılarlar. Atatürk’ü şapkalı gören karşılayıcılar, başlarından kalpaklarını çıkararak ya koltuklarının altına alır, ya da bir şapka uydurup başlarına geçirirler. Törenle Çankırı’ya giren Atatürk ve beraberindekiler, öğle yemeğini Çankırı’da yerler ve saat 13:30’da Kastamonu’ya doğru hareket ederler.
Dağlık ve ormanlık yol pek elverişli değildir. Önce Ilgaz’a uğrarlar. Atatürk'ü Ilgaz / Derbent olan il sınırında karşılayan Kastamonu heyetinde “Kastamonu Mebusları Mehmet Fuat (Müftüoğlu) ve Ali Rıza Bey, Kastamonu Valisi Hüseyin Fatin (Güvendiren), Belediye Reisi Hacı Necip Efendi, Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi Üyeleri, Cumhuriyet Halk Fırkası Mutemedi Hüsnü Berker, Açıksöz Gazetesi Sahibi Ahmet Hamdi (Çelen), Halk Fırkası Müteşebbis Heyetinden Çorukzade Hilmi ve Tatlızade Emin, Türk Ocağı’ndan Yusuf Ziya, Burhanettin ve Hulusi Beyler, Muallimler Birliği’nden Hacer ve Lütfiye Hanımlarla Sabri, Cemil, Halit ve Sail Beyler, Ticaret Odası Başkanı Hacı Mehmet Rıza (Saltık), İl Daimi Encümen Üyeleri Ahmet ve Sabri Beyler, Tayyare Cemiyeti Reisi Lütfi Bey, Almanca Öğretmeni Cemal (Koral), Açıksöz Gazetesi Müdürü Hüsnü (Açıksöz) ve Cumhuriyet Gazetesi Muhabiri Zeki Cemal (Bakiçelebioğlu) ile basın mensupları ve kalabalık bir halk kitlesi vardır. Atatürk, arabasından inerek, Kastamonu Valisi Fatin Bey başkanlığındaki heyete ve karşılayıcılara teşekkür eder. Akşama doğru Olukbaşı – Pırlaklar Mevkii’nden Kastamonu’ya girerler. Halk, Atatürk’ü başı açık, elinde panama şapkası ile görünce, başlarındaki kalpak, tekke ne varsa çıkarır, öyle selamlar.
Doğruca Hükümet Konağı’na gelen Atatürk, burada kısa bir süre dinlendikten sonra, geceyi geçireceği Terzi Mehmet Emin’in evine gelir. Türk ocağı gece büyük bir fener alayı düzenler. Atatürk’ün kaldığı konağın önünde milli oyunlar oynanır. Kastamonu’nun tanınmış Sepetçioğlu Oyunu’nu çok beğenen Atatürk, davulcu ve zurnacıların bulunduğu alana gelir ve oynayan oyuncuların ellerini sıkarak kendilerini kutlar.
24 Ağustos 1925 sabahı Atatürk, mareşal üniformasını giymiş, göğsüne İstiklal Madalyası’nı takmış halde önce, Askeri Kışla’ya giderek buradaki birliği denetler. Bu sırada koğuşlardan birinde: "Bir Türk on düşmana bedeldir" yazılı bir levha görür. Subaylardan birine, yazıyı göstererek:
-Öyle mi? Diye sorar.
-Evet Paşam..
Atatürk:
-Hayır, bence öyle değildir. Bir Türk Dünya’ya bedeldir, diye karşılık verir.
Kışladan sonra Hastahaneye giderek, hastaları ziyaret eder. Kütüphane’ye geldiği zaman, birkaç kitap adı söyler, kütüphanede olmadığını söylerler. Atatürk 500 lira çıkararak, kütüphane memuruna:
-Bununla faydalı kitaplar alınız. Kitap sayısını çoğaltınız, der.
Atatürk bu ziyaretleri yaparken, memurlar ve halk, terzilere akın eder. Herkes şapkaya benzer bir şeyler yaptırır ve giyer. Atatürk Belediyeye geldiği zaman, Başta Belediye Başkanı Hacı Necip olmak üzere, karşılayıcılarının çoğunun başında şapka görür.
Belediye’de çevre ilçe ve bucak heyetlerini (Araç, İnebolu, Safranbolu, Tosya, Taşköprü, Daday, Devrekâni ve Cide) kabul eden Atatürk, İnebolu Heyetinin davetini kabul ederek:
-İnebolu’yu görmek istiyordum, memnun olurum, der. Bu arada çiftçiler birliği üyeleri ile de görüşür, tarım makinaları olup olmadığını sorar "yok" cevabı vermeleri üzerine şunları söyler:
-Ben de çiftçi olduğum için biliyorum, makinesiz ziraat olmaz. El emeği güçtür. Birleşiniz. Birliklerle makine alırsınız Yılda yüz dönüm ekeceğinize, on misli, yüz misli fazla ekersiniz. Memleketimiz çiftçi memleketidir.
Bir esnafa da:
-Fesini göster! Dedikten sonra şu sözleri söyler:
-İşte içinde takke, üzerinde abani sarık, fes.. Bunların hepsinin ayrı ayrı parası ecnebilere gidiyor. Bunu söylemekten maksadım şudur. Biz her yönden insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi, dünyanın durumunu anlayamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medeni olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz. Medeni olacağız. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar ve mahveder! İçinde bulunduğumuz uygarlık ailesinde layık olduğumuz yeri bulacak, onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır.
Atatürk, Hükümet Konağında, memurlarla da bir görüşme yapar, Burada Kastamonu Müftüsünün sarığını çıkararak başı açık toplantıya gelmesinden memnun olur.
Atatürk 25 Ağustos 1925'te, saat 11:00'de İnebolu’ya doğru hareket eder. Yol üzerinde Ecevit ve Küre kasabalarında kısa birer mola verir. Küreliler bucaklarının "ilçe" olmasını istiyorlardı. Atatürk bu isteklerini kabul eder. Küre bir yıl sonra ilçe olur. Atatürk, sivil elbisesi ve elindeki panama şapkasıyla akşama doğru saat 19:00'da İnebolu’ya girer. İlçenin girişine “İlk zafer yolu İnebolu’ya sefa geldiniz sevgili Gazi” yazısıyla tak kurulmuştur. Başı açık, ya da şapkaya benzer başlıklarla, binlerce halk kendisini karşılar. Doğruca, İnebolu Belediye Başkanı Hüseyin Karagülle’nin evine yürürler. Atatürk, geceyi bu evde geçirir.
26 Ağustos 1925 Çarşamba günü öğleye kadar dinlenen Atatürk, öğleden sonra mareşal üniformasıyla Belediye’ye kadar yürür. Belediye’de heyetler ve çeşitli kuruluşların temsilcileriyle görüşmeler yaptıktan sonra, Hükümet’te memurlarla tanıştırılır. Bu sırada, denizciler akşam yapacakları şenliğin provasını yapmakta ve "Heyamola" türküsünü söylemektedirler. Bu türkü, Atatürk’ün çok hoşuna gider. Pencere önünde bir süre dinler.
Sonra, kaldığı eve giderek, sivil elbiselerini giyer. Saat 18:00'de elinde panama şapkasıyla, Nuri Conker ile birlikte yaya şekilde, İnebolu çarşısında bir gezinti yapar. İlçe içerisindeki gezi Hürriyet Meydanı’ndan Mustafa Kemal Paşa Caddesine doğru devam eder.
Gece, denizcilerin ve kayıkçıların gösterilerini izler. Atatürk, kalabalığın içine girerek bir konuşma yapar:
-Ben şimdiye kadar millet ve memleket hayrına ne gibi hamleler, inkılaplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım. Hedefimiz, gayemiz hep millet ve memleketimizin selameti, mutluluğu ve ilerlemesidir.
27 Ağustos 1925'te İnebolu Türk Ocağı'nda yaptığı uzun ve tarihi konuşmada, salonu dolduran topluluğa elindeki şapkayı göstererek şunları söyler:
-Bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, simokin gibi, frak gibi, İşte şapkamız! Buna caiz değil diyenler vardır. Onlara diyeyim ki çok gafilsiniz, çok cahilsiniz, onlara sormak isterim. Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı neden olmaz. Ve yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisveyi mahsusu olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?
-Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir.
Atatürk'ün Tarihi İnebolu Nutku:
"Hanım ve Bey arkadaşlarım;
Bana seçkin huzurunuzda söz söylemek fırsatını verdiğinizden çok mutluyum. Bunun için size özellikle teşekkür ederim. Hemen ardından eklemeliyim ki, İnebolu’nun saygıdeğer halkı beni çok içten kabul etti; hakkımda yürekten gösteride bulundu. Bunun bende oluşturduğu mutluluk duygularını Belediye dairesinde ve hükümet konağında yeri gelmişken söylemiştim. Fakat burada, önünüzde bir kez daha bu mutluluğumu ve içten teşekkürlerimi söylemek benim için çok zevkli bir görevdir. İzninizle onu açıklayayım:
Arkadaşlar, ben sevgili memleketimizin hemen bütün bölümlerini gezdim, gördüm. Vatandaşlarımızın büyük kesimleriyle yakından görüştüm. Bütün bu candan görüşmelerimin bende bıraktığı silinmez anıları tekrar anarken, söylemeliyim ki bu çevrede, Çankırı ve Kastamonu çevresinde ilk defa olarak geziyorum. Arkadaşlar, bu çevreyi yakından görmek benim için kutsal bir istek halinde idi. Bu istek şüphesiz memleket ve millet görevlerini bilerek yerine getirme bakış açısından aynı zamanda bir görev idi. Onun için il adına Ankara’ya gelen saygıdeğer heyetin yaptığı çağrıyı mutlulukla ve hemen kabul ettim. Bu noktada güzel ve yüksek bir noktayı anlatmak, benim için çok övünme sebebi olacaktır. Önemli bir görevin yerine getirilmesinde benden önce harekete geçen, millet olmuştur. Benim şu veya bu nedenle sonraya bıraktığım önemli görevi millet beni uyararak bana yaptırmıştır. Bunu milletin ortak ruhundaki büyüklüğe parlak bir örnek olarak söylemeliyim.
Efendiler; bu söz nedeniyle ufak bir noktayı tekrar edeyim. “Efendiler” dediğim zaman başka yerde olduğu gibi burada da bunun işaret ettiği mana Hanımefendiler ve Beyefendilerdir. Bu seyahatimde ne uygun oldu, geniş ormanlarıyla, çeşitli madenleriyle Türkiye Cumhuriyetinin en önemli servet kaynaklarını içine alan bu sahayı yakından görmek benim için ne kadar yararlı oldu. Fakat çok yüksek sesle söylemeliyim ki, bundan daha çok yararlı şey, bu bölge halkıyla yakından görüşmek oldu. Bütün gördüklerim her bakımdan beni çok mutlu etmiştir. Çankırı’da, Kastamonu’da, Ankara’dan İnebolu’ya kadar bütün bu üçyüz elli kilometrelik yol boyunca, bugün burada içten karşılamalarıyla şeref kazandığım saygıdeğer İnebolulularda gördüğüm aydınlık, yüksek anlayış ve gelişme derecesi gerçekten övgüye yaraşır. Gerçekten önemle anılmaya değer. Bu açık gerçeğin tersini söyleyenlerin de, varlığını düşündükçe acı duyuyorum. Bu gibiler millete, milletin yeteneğine, milletin yüksek amaçlarına ne kadar ilgisizdirler. Bu gibiler kendi endişesizliklerini genel sanmanın derin dalgınlığındadırlar. Kendi dar anlayışlarını ölçü olarak milleti her türlü yüksek yenilenmeden mahrum bırakmaya kalkışıyorlar.
Milletin medeniyet ve insanlık yolundaki uzun adımlarını durdurmak için âdeta çırpınıyorlar. Fakat o gibiler niçin düşünmüyor ki, buna artık imkân kalmamıştır. Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını vermekten çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün dünyaya açıkça anlatalım ki, bunca inkılâpların bilinçli kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün sıcaklığını almıştır. Şüphe etmeye yer var mıdır ki, bu sıcaklığın bolluğu elbette beklenmedik emir halinde verimli olarak fışkırmaktadır. Saygıdeğer arkadaşlar, gerçi çok kısa zamanda hızlı ve yoğun denilecek kadar siyasal, idari ve sosyal inkılâplar yaptık. Bu yaptıklarımızın hız ve yoğunluğundan ancak mutlulukla ve huzurla söz edilebilir. Çünkü bu böyle olmasaydı, kurtuluş imkânı tehlikeye düşebilirdi. Güvenmek uygundur ki, ve böyle yapmak mecburiyeti olduğu içindir ki, böyle yaptık. Artık bugün her şeyi anladığına inandığım saygıdeğer vatandaşlar size soru şeklinde bazı söylemlerde bulunacağım. Egemenliğine sahip olan bu milletin başında bir dakika bile olsun bir sultanı bırakmak uygun olabilir miydi?
Bunu sizden soruyorum (asla, kesinlikle sesleri). Sevgili kardeşlerim, düşünce ve anlayış sahibi olduğunu büyük olaylarla ispat etmiş olan bu millet, Allah’ın gölgesi, peygamberin vekili olduğunu iddia küstahlığında bulunan halife ünvanındaki gerçekleri göremeyenlere, bilgisizlere, yalancılara vatanında, vicdanında yer verebilir miydi? Bunu sizden soruyorum (haşa, asla sesleri). Büyük millet, dünya medeniyet ailesinde saygın yer sahibi olmaya layık Türk milleti, çocuklarına vereceği eğitimi mektep ve medrese adında birbirinden büsbütün başka iki çeşit kuruma bölmeye halen katlanabilir miydi? Eğitim ve öğretimi birleştirmedikçe aynı düşüncede, aynı anlayışta kişilerden oluşan bir millet yapmaya imkân aramak boş şeylerle uğraşmak olmaz mıydı?
Efendiler! Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı medenidir. Tarihte medenidir, gerçekte medenidir. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; düşüncesiyle, anlayışıyla medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek zorunluluğundadır. Uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış şekliyle uygar olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Kısacası medeniyim diyen, Türkiye’nin, gerçekten medeni olan halkı başından aşağıya dışarıya koyduğuyla bile medeni ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermek zorundadır. Bu son sözlerimi açık anlatmalıyım ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolaylıkla anlasın. Bu açıklamalarımı yüce heyetinize, genel heyete bir soruyla yöneltmek istiyorum, soruyorum
Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sesleri) Bizim kıyafetimiz medeni ve milletlerarası mıdır? (hayır, hayır sesleri).
Size katılıyorum. Anlatımımı hoş görünüz. Altı kaval üstü şişhane diye anlatılabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de milletlerarasıdır. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle nitelenmeye razı mısınız arkadaşlar? (hayır hayır kesinlikle sesleri). Çok kıymetli bir özü çamurla sıvayarak dünyanın gözü önüne göstermekte anlam var mıdır? Ve bu çamurun içinde öz gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek uygun mudur? Özü gösterebilmek için çamuru atmak gereklidir; doğaldır. Özün korunması için bir kap yapmak gerekliyse onu altından veya plâtinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında kararsızlık uygun mudur? Bizi kararsızlığa itenler varsa onların ahmaklık ve kalın kafalılığına hükmetmekte hâlâ mı kararsızlık edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp diriltmeye yer yoktur. Medeni ve milletlerarası kıyafet bizim için çok özlü, milletimiz için yakışır bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta kundura veya potin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayanı olmak üzere başta güneş siperli başlık, bunu açık söylemek isterim. Bu başlığın adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi… İşte şapkamız diyenler vardır. Onlara diyeyim ki çok dikkatsizsiniz ve çok bilgisizsiniz ve onlara sormak isterim. Yunan başlığı olan fesi giymek uygun olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel elbisesi olan cübbeyi ne zaman, ne için ve nasıl giydiler? Bu bakış açısına ait demecimi bitirmeden önce birkaç kelime daha söylemek isterim.
Efendiler! Sosyal hayatın başlangıcı, aile hayatıdır. Aile açıklamaya gerek yoktur ki, kadın ve erkekten oluşmuştur. Kadınlarımız hakkında, erkekler hakkında söz söylediğim kadar fazla açıklamalarda bulunmayacağım. Bu yüce varlığı özellikle huzurlarında görmemezlikten gelemem. İzin verilirse bir iki kelime söyleyeceğim ve siz söylemek istediğimi kolaylıkla anlayacaksınız. Gezilerim sırasında köylerde değil özellikle kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kalın ve dikkatle kapatmakta olduklarını gördüm. Özellikle bu sıcak mevsimde bu tarz kendileri için mutlaka acı ve rahatsızlık verici olduğunu tahmin ediyorum.
Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim bencilliğimiz eseridir. Çok temiz ve dikkatli olduğumuzun gereğidir. Fakat saygıdeğer arkadaşlar, kadınlarımız da, bizim gibi anlayan ve düşünen insanlardır. Onlara ahlâkın kutsal şeylerini aşılamak, millî ahlâkımızı anlatmak ve onların beyinlerini nur ile, temizlikle donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra fazla bencilliğe gerek kalmaz. Onlar yüzlerini dünyaya göstersinler. Ve gözleriyle dünyayı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.
Arkadaşlar, doğruluğu meydanda olarak söylüyorum. Korkmayınız, bu gidiş mecburidir. Bu mecburiyet bizi yüksek ve önemli bir sonuca ulaştırıyor. İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca ulaştırıyor. İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için gerekirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun önemi yoktur. Önemli olarak şunu uyarırım ki, bu durumun korunmasında inat ve taraftarlık, hepimizi her an kurban koyun olmak alışkanlığından kurtaramaz. Hanım ve Bey arkadaşlarım! Size bildiğiniz gibi bir gerçeği kısa bir cümle ile tekrar göstereceğim; beni hoş görünüz. Medeniyetin coşkun seli karşısında direnmek boşunadır ve o, dikkatsiz olanlar ve uygun davranmayanlar hakkında çok acımasızdır. Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen ufak parçalardan yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen medeniyetin güç ve yüceliğinde yüzleşmesi ortaçağ anlayışlarıyla, ilkel uydurmalarla yürümeye çalışan milletler yok olmaya veya hiç olmazsa esir ve alçak olmaya mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı yenilenmiş ve olgunlaşmış bir topluluk olarak sonsuza kadar yaşamaya karar vermiş, esirlik zincirlerini ise tarihte benzeri olmayan kahramanlıklarla parça parça etmiştir."
O gün öğleden sonra İnebolu’da bir deniz gezintisi yapan Atatürk, geceyi de burada geçirdikten sonra, 28 Ağustos 1925 günü sabah gümüş takım elbiseli, kravatlı ve elinde beyaz panama şapkasıyla kaldıkları evden Fuat Bulca ile inerler. Kapının önünde fotoğrafçılara poz verdikten sonra Kaymakam ve Belediye Başkanı’nın elini sıkarak İnebolu’dan ayrılırlar. Küre’de kısa bir müddet kaldıktan sonra Devrekani’ye gelirler. Burada bucak müdürleri ile görüşmeler yapış olup Devrekânili olan Kastamonu Milletvekili Mehmet Fuat Bey’in çiftliğine yemeğe geçer. Saat 18:30’da Kastamonu’ya gelir. Kışla’da toplanan halkın büyük bir bölümünün elinde şapka vardır. Otomobilinden inen Atatürk insanlarla tek tek ilgilenir.
Atatürk 29 Ağustos Cumartesi günü sabahtan Türkocağı, Öğretmenler Birliği ve Halk Fırkası heyetleri ile görüşür. Saat 14:30'da Taşköprü'ye gitmek üzere yola çıkar. Taşköprü'de Hükümet Binası'nda halk ile görüşmelerde bulunan Atatürk, Belediye'de yaptığı görüşmelerden sonra akşam saat 19:00'da Taşköprü'den ayrılır ve 20:00'de Kastamonu'ya varır.
Atatürk 30 Ağustos günü öğle saatlerinde Kastamonulu bayanlardan oluşan bir grubu kabul eder. Buradan sonra Kastamonu Kışlasında şerefine verilen yemeğe katılır ve bir orada şu konuşmayı yapar:
-Milleti sevk ve idare edenlerin dayanağı ordu olmuştur. Diğer milletlerde ordu ile millet daima yekdiğeri ile karşı karşıyadır. Habuki bizde tamamiyle tersinedir. İkinci Meşrutiyeti kahraman subaylarımız ilan ettikleri gibi, bu inkilapları da yine bunların fedakarlığına borçluyuz. Bundan sonraki yükselme ve ilerleme de sizin şuurlu kuvvetinizle olacaktır.
Saat 14:00'te Kastamonu'dan Daday’a doğru hareket eder. Göl Köy'e vardığında Bucak Müdürlüğü binasında bir kahve ikram edilir. Saat 15:20'de Daday'a varrınca ilk olarak Hükümet Binası'na girer. Daha sonra yürüyerek Belediye Binasına geçen Atatürk burada çeşitli tamsilcileri kabul eder. Belediye binası önünde toplanan halka şöyle bir konuşma yapar:
-Daday’a geldiğimden dolayı çok memnun ve mütehassısım. Memnun olduğum cihet; doğrusunu itiraf etmek lazım gerekirse, Dadaylıları bana ve benim gibi sizi görmeyenlere tanıttıranların söyledikleri şeylerin ne kadar yanlış olduğunu anladığım içindir. Sizi bize başka türlü anlattılar. Burası adeta cehl ve taassup içindedir dediler. Bugün işte görülüyor ve parlak alınlarınızda, gözlerinizde görüyor ve anlıyorum ki, sizi bana anlatanlar çok şuursuz ve yalancı imiş. Ben sizden aldığım ilhamla bugün onlardan kalben nefret ediyorum. Benim bütün Kastamonu Vilayetinde olduğu gibi, burada da gördüğüm hakikat budur. Büyük zihniyetiniz ve dimağınız nurla doludur. Yoksa bugünkü gördüğüm şeklin bir günde meydana çıkarılabilmesine imkân yoktur.
Arkadaşlar, sizi bize böyle tanıtan, sizi temsil edenlerden bazılarıdır. O kadar ki onlar sizin gerçek yaşamınıza yabancıdırlar. Burada gördüklerimi bütün Ankara’daki arkadaşlarıma anlatacağım ve sizin aleyhinizde söylenecek sözlere karşı sizi ve haklarınızı ben bizzat müdafaa edeceğim.
Arkadaşlar, memleket sizin, ordunun kahramanlığı sayesinde kurtulmuş refah ve saadet gelmiştir. Bu yol üzerinde büyük bir emniyetle yürümek ve hakikati tespit etmek için bundan sonra da çalışmak lazım. Gece gündüz zaten çalışıyorsunuz. Çalışınız. Gerçeği bütün Cihana tanıtalım. Arkadaşlar, sizden ayrılırken büyük bir vicdan rahatlığı içindeyim. Bu hususta size çok teşekkür ederim.
Sonrasında Seydibeyzade Abdullah Efendi'nin konağına geçer ve saat 17:00'ye kadar sohbet eder, yemek yenir, çay içilir. Ve saat 17:00'de Kastamonu'ya dönüşe geçer. Dönüş yolunda Kıyık Tepesi'nde "Durun.. şu güzel Daday'a bir defa daha bakayım" dedikten sonra arabadan inen Atatürk, kısa bir süre içerisinde yola devam eder.
Atatürk, 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu'ya döndükten sonra Türk Ocağı'nı ziyaret eder, daha sonra Halk Fıkrası binasına (şimdiki Kastamonu Arkeoloji Müzesi) gelerek, yine şapka ve kıyafet Devrimi üzerine bir konuşma yapar. Bu konuşmasında şunları söyler:
-Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asri ve bütün mana ve şekliyle medeni bir toplum haline getirmektir. İnkılaplarımızın asıl umdesi (ilkesi) budur. Bu gerçeği kabul edemeyen zihniyetleri tarumar etmek zaruridir.
-Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz! en doğru ve en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır.
Atatürk'ün tarihi Kastamonu Nutku 1 Eylül günkü Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'nde şöyle verilmiştir:
"Efendiler!
Meşhudatımın en kıymetli kısmı bu güzel mıntıkanın samimi halkının çok münevver ve çok geniş ve yüksek bir zihniyet sahibi olmalarıdır. İtiraf etmeliyim ki bu seyahatimden evvelki malümatım, meşhudatımın hasıl ettiği kanaatlerden çok başka idi. Muhterem mebuslarınız Ali Rıza Bey, Mehmet Fuat Bey gibi zevat bulunmasaydılar, sizi mümkün olduğu kadar olduğunuzun aksine tanımak için çalışanlar ezhanı teşvişte kim bilir ne kadar ileri gitmeğe muvaffak olacaklardı. Asarı fi’liyesini memnuniyetle görmekte olduğum ali telakkiyatınız bittabi bir anda, bir günde tekevvün edemezdi. Böyle bir iddia serdetmek aynı cehalet olur. Şüphe yok, bu havalinin muhterem halkı esasen medeni tekamülün silsilei tabiyesi üzerinde ilerlemekte idi. Ve ilerlemektedir. Bu gün ben o tekamülün tabii tecelliyatının mesud bir şahidi bulunuyorum. Bu hakikatın aksini ifade ve izah ederek teceddüt hatvelerimizi felce uğratmaya yeltenen sebükmağza, hükümlerini verirken kendi yarım yamalak ilimlerine, çürük mantıklarına, nakafi akıllarına istinat etmiş olduklarına sanip oluyorum. Bu zavallı hodbinler böyle yapacaklarına halkın hissi selimine müracaat etselerdi, ondan feyiz ilham alsalardı, kendilerine bu gün şayanı hande hacil bir vaziyette bırakan bu kadar müstekreh hatalara düşmezlerdi. Fakat hissi selimin ; akıl, mantık ve marifetin fevkinden haizi ehemmiyet olduğunu takdir etmek yalancı alimlerin işine gelmez.
Arkadaşlar,
Milletimizin sağlam bir şuura malik olduğuna, kahramanı olduğu büyük ve fi’li asar ve hadisattan sonra kimsenin şüphe etmeğe hakkı kalmamıştır. Şuur daima ileri ve yeniliğe götürür. Ricat kabul etmez bir haslet olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı ileriye ve teceddüde uzun hatvelerle yürümeye devam edecektir. Şuura illet tari olmadıkça geriye gitmek veya tevakkuf varidi hatır dahi olamaz. Asırlarden beri masruf menfi cehdü gayretler zaman zaman milleti uykuya daldırmış olmakla beraber milletin şuurunu felce uğratmağa asla muvaffak olamamıştır. Bu hakikat milletin bugün gösterdiği asarı şuur ile kendiliğinden sabittir. Eğer şuurda maluliyet olsaydı onu bugünkü ciadetinde ihya etmek desti kudretten bile muntazam değildir.
Efendiler,
Milletin temayülü hakikisi hilafında zehaplarda bulunanlara iltifat etmedik. Bununla bir hassa bugün çok müfterihim. Bundaki sırrı isabeti izah için derhal arzetmeliyim ki : bizim ilham menbaımız doğrudan doğruya bütün Türk Milletinin vicdanı olmuştur. Ve daima olacaktır. Bütün harareti, feyzi, kuvveti, vicdanı milliden aldıkça bu teşebbüsatımızda milletin hissi selimini rehber ittiaz ettikçe, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonrada milleti doğru hedeflere isal edeceğimize imanımız kavidir.
Hakiki inkilapçılar onlardır ki, terakki ve teceddüt inkilabına sevk etmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki temayülü hakikiye nüfuz etmesini bilirler. Bu münasebetle şunu da beyan edeyimki, Türk Milletinin son senelerde gösterdiği harikaların, yaptığı siyasi ve ictimai inkilapların sahibi hakikisi bizzat kendisidir. Sizisiniz. Milletimizde bu istida-ı tekamül mevcut olmasaydı, bunu yaratmağa hiçbir kuvvet ve kudret kifayet edemezdi. Herhangi bir vaz’ı tekamülde bulunan bir kitlei beşeri, bulunduğu vaziyetten kaldırıp damdan düşer gibi filan mertebei tekamüle isal etmek ademi imkanı tabiisi muhtacı izah değildir.
Efendiler ! yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkilapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti Halkını tamamen asri ve bütün mana ve eşkali ile medeni bir heyeti ictimaiye haline irsal etmektir. İnkilaplarımızın umdei asliyesi budur… bu hakikatı kabul edemeyen zihniyetleri tarumar etmek zaruridir. Şimdiye kadar bu milletin dimağını paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Herhalde zihinlerde mevcut hurafeler kamilen tardolunacaktır. Onlar çıkarılmadıkça dimağa hakikat nurlarını infaz etmek imkansızdır. Türbelerden, yalancı evliyalardan, ölülerden istimdat etmek medeni bir heyeti ictimaiye için şindir. … Mevcut tarikatların gayesi, kendilerine tabi olan kimseleri dünyevi ve manevi hayatta mazharı saadet kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin bütün şümuliyle medeniyetin muvahcehci şulebasında filen ve falan şeyhin irşadiyle saadeti maddiye ve maneviye arayacak kadar iptidai insanların Türkiye camiai medeniyesinde mevcudiyetini asla kabul etmiyorum.
Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikatı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kafidir. Rüesayı tarikat bu dediğim hakikatı bütün vüzuhiyle idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapayacak, müritlerinin artık vasılı rüşt olduklarını elbette kabul edeceklerdir. Arkadaşlar ; huzurunuzda muvacehei millete beyanı teşekkür ederken hissettiğim ve gördüğüm hususatı olduğu gibi söylemeyi tarih ve vicdan karşısında vazife bilirim.
Hükümeti Cumhuriyetimizin bir Diyanet İşleri Riyaseti Makamı vardır. Bu makam merbut müftü, hatip, imam gibi muvazzaf birçok memurlar bulunmaktadır. Bu vazifedar zevatın ilimleri, faziletleri derecesi malumdur. Ancak bu yolda vazifedar olmayan bir çok insanlar da görüyorum ki, aynı kıyafet iktisasında berdevamdırlar. Bu gibiler içinde çok cahil hatta ümmi olanlarına tesadüf ettim. Bilhassa bu gibi cühela, bazı yerlerde halkın mümessilleriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa adeta bir mani teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum. Bu sıfat ve selahiyeti kimden, nereden almışlardır. Malum olduğuna göre milletin mümessilleri intihap ettikleri mebuslar ve onlardan teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, Meclisin itimadına mahzar Hükümeti Cumhuriyettir. Bir de mahalli müntehap belediye reisler ve heyetleri vardır. Millete hatırlatmak isterim ki, bu laubaliliğe müsaade etmek asla caiz değildir. Her halde sahibi salahiyet olmayan bu gibi kimselerin muvazzaf olan zevat ile aynı kisveyi taşımalarındaki mahzuru hükümetin nazarı dikkatine vazedeceğim.
…İnebolu’da ve bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi mütalaa edileceğinden burada da bahsetmek istiyorum. Her milletin olduğu gibi bizimde bir milli kıyafetimiz varmış fakat gayri kabili inkardır ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta milli kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Mesela karşımda kalabalığın içinde bir zat görüyorum. Başında fes, fesin üstünde yeşil bir sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir caket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan alelacaip kıyafete girip dünyayı kendine güldürür mü? …Devlet memurları da, bütün millet de kıyafetlerini tashih edecektir. Fen, sıhhat noktainazarından ameli olmak itibariyle, her noktainazarından tecrübe edilmiş medeni kıyafet iktisa edecektir. Bunda tereddüte mahal yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamağa takat yoktur. Adam olduğumuzu, medeni insan olduğumuzu isbat ve izhar için icap edeni yapmakta taannüt adamlıkla kabili telif değildir.
Arkadaşlar, Türk milleti çok büyük vakalarla isbat etti ki, müceddit ve inkilapçı bir milletdir. Son senelerden mukaddem de milletimiz teceddüt yolları üzerinde yürümeğe, içtimai inkilaba teşebbüs etmemiş değildir. Fakat hakiki semereler görülemedi. Bunun sebebini araştırdınız mı? Bence işe esasından, temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu hususda açık söyleyeyim. Bir heyeti içtimaiye, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, kitlenin bir parçasını terakki ettirelim. Diğerini müsamaha edelim de kitlenin heyeti umumiyesi mahzarı terakki olabilsin? Mümkün müdür ki, bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin? Şüphe yok; terakki adımları, dediğim iki cins tarafından beraber arkadaşça atılmak ve iş terakki ve teceddütte birlikte Kat’i merahil edilmek lazımdır. Böyle olursa inkilap münteci muvaffakiyet olur. Memnuniyetle meşhudumuz olmaktadır ki, bugünkü nişvarımız hakiki icaba takarrup etmektedir. Her halde daha cesur olmak lüzumu aşikardır.
Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir yemeni, peştamal veya buna mümasil bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya bir yere oturarak yumulur. Bu tavrın mana ve medlülü nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, millet kızı bu garip şekle bu vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal tashihi lazımdır."
Ardından memlekette bulunan derneklerin milleti aydınlatma ve doğru yolu göstermede ciddi şekilde ilgili olmalarını önerdi. Daha sonra milletle görüşmekten aldığı zevk ve kuvvetten ve hakkında gösterilen sevgi ve güveni güzel kullanmaya çok dikkat harcayacağından ve amacının milleti mutlu ve zengin ve medeni dünyada özellikleri takdir edilmiş olgun bir millet görmekten ibaret olduğunu açıklayarak çok sıcak ve heyecanlı nutkuna son verdi. Ve çok şiddetle alkışlandı.
Söylevin sonunda Öğretmen Sabri, yapılan devrimde Gazi’nin yürüdüğü yoldan yürüyeceğini bildirmesi üzerine Gazi Paşa ayağa kalkarak şu sözleri söyledi: Efendiler, gösterdiğiniz kıymetli uyanış ve ufuk açıklığından çok duyguluyum. Sesim uygun değil bu nutka da izin verirseniz bir beyitle cevap vereyim:
Ölmez bu vatan farzı muhal ölse de hatta
Çekmez kürenin cismi bu tabutu cesimi
(Ölmez bu vatan varsayalım ölse de bile
Çekmez dünyanın bedeni bu kocaman tabutu)
31 Ağustos 1925 sabahı Kastamonu’dan ayrılırken Lise öğretmeni Cemal’in uğurlama konuşmasına verdiği cevapta ise şunları söyler
-Emin olunuz ki size veda için elimi uzattığım zaman bu sizden uzaklaşmak için değil, sizinle temasımı bütün ömrümde hissetmek içindir. Kastamonu’da bulunmadığım halde bile, yine sizin içinizde imiş gibi daima duygulanacağım.
Atatürk, 31 Ağustos günü Kastamonu'dan ayrılır ve Ankara’ya dönmek üzere Çankırı’ya gelir.
Aradan bir yıldan fazla bir zaman geçer. 20 Aralık 1926 günü Kastamonu’dan Kastamonu Belediye Başkanı Ahmet Hilmi, İnebolu Belediye Başkanı Hüseyin (Karagülle), Halk Fırkası Başkanı Refik ve daha 5 kişi bir heyet halinde Ankara’ya gelir. Kastamonunun fahri hemşehrisi olan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati ile birlikte Atatürk’ü ziyaret ederek Kastamonuluların bağlılık ve sevgilerini iletirler. Atatürk kendilerine şu sözleri söyler:
-Kastamonu halkının hakkımda göstermiş olduğu ve muhterem heyetiniz aracılığı ile belirttikleri duygulardan dolayı teşekkür ederim. Kastamonunun nezih çevresinde geçirdiğim günler benim için unutulmaz hatıralarla doludur. En uygun bir fırsatta yine memleketinizi ziyaretle Kastamonu halkının temiz sinesinde bulunmak en büyük emelimdir. Kastamonululara selamlarımın ulaştırılmasını sizden rica ediyorum.
KASTAMONU' DA ÇEKİLMİŞ FOTOĞRAFLARI
Kaynaklar:
1- Mehmet Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Birinci Baskı, 1975
2- Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2007
3- Fotoğraflarla Atatürk, Genelkurmay Personel Başkanlığı, Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, 2015
4- Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, 2008
5- Andrew Mango, Atatürk, 2004
6- https://kastamonu.ktb.gov.tr/TR-63804/ataturk-kastamonuda-foto-galeri.html
7- https://isteataturk.com/g/icerik/Mustafa-Kemal-Ataturkun-Kastamonu-Nutku-30081925-/1609