Atatürk, Trablusgarp'a gönüllü olarak gitmek üzere, 15 Ekim 1911 günü, "Gazeteci Mustafa Şerif" kimliği ile İstanbul'dan ayrılmıştır. 8 Aralık günü Bingazi topraklarına ulaşmış ve burada Tobruk Bölge Komutanı Ethem Paşa'nın Kurmay Başkanı olarak göreve başlamıştır. 30 Aralık günü Derne Doğu kolu komutanlığı, 6 Mart günü ise Derne Komutanlığına atanmıştır. Ekim 1912 ortasına kadar Derne' de çapışan ve başarılar elde eden Atatürk, Balkan Harbi'nin başlaması üzerine, Bingazi Genel Komutanı Enver Paşa aracılığı ile Başkomutanlığa, Balkan Harbinde görev almak üzere Trablusgarp'tan ayrılmak istediğini bildirmiştir. 24 Ekim 1912 günü Derne'den İstanbul'a doğru yola çıkmış ve 20 Kasım 1912 günü İstanbul'a ulaşmıştır. (Atatürk'e 6 Kasım 1913 günü, Bingazi Muharebelerinde gösterdiği liyakat ve kahramanlık nedeniyle, Dördüncü Rütbeden Osmani Nişanı verilmiştir.)
Osmanlı Harbiye Nezareti, Gelibolu'da, Bolayır'ın gerisinde “Mürettep” adı altında bir Kolordu kurmuştu. Kolordunun adı “Bahr-i Sefid Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuva-yı Mürettebe Kumandanlığı” idi. Kolordu Kumandanı Fahri Paşa, Erkânı Harbiye Reisi (Kurmay Başkanı) Binbaşı Ali Fethi (Okyar) Bey'dir. O dönemde Binbaşı olan Atatürk, 25 Kasım 1912 günü bu Kolordunun Harekât Şube Müdürü olarak atanır. Bu Kolordunun görevi, denizden ve karadan Bolayır üzerinden yapılacak düşman saldırılarına karşı Çanakkale Boğazı ve Gelibolu bölgesini savunmaktır. Atatürk, 27 Ekim 1913 günü Sofya Ateşemiliterliğine atanıncaya kadar, kadar toplam onbir ay iki gün bu kolorduda görev yapmıştır.
Atatürk görevinin başına geçmek üzere 1 Aralık günü İstanbul'dan ayırılır ve Gelibolu'ya doğru hareket eder. Bulgarlar Atatürk bölgeye gelmeden çok önce, Kasım ayı ortalarında Trakya'yı ele geçirmişler ve Çatalca önlerine kadar dayanmışlardır. Bulgarlara karşı Şubat ayı başlarında başarısız bir karşı taarruz yapılmıştır. 17/18 Şubat günü Atatürk Hareket Daire Başkanı olarak Trakya ve Edirne'nin geri alınabilmesi için bir taarruz planı hazırlamış ve bunu Harbiye Nezareti ve başkomutanlık Vekaletine bildirmiştir. Bu plan Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'ya sunulduktan sonra Paşa, 20 Şubat günü durumu yerinde incelemek üzere Gelibolu'ya gelmiştir. 11 Haziran günü Mahmut Şevket Paşa bir suikast sonucu ölmüş ve yerine Sadrazamlığa Sait Halim Paşa getirilmiştir. Kurmay Başkanlığını Atatürk'ün yaptığı Bolayır Kolordusu, sırasıyla 15 Temmuz günü Keşan'ı, 17 Temmuz günü Enez ve İpsala'yı, 18 Temmuz günü Uzunköprü'yü ve nihayetinde 21 Temmuz 1913 günü Edirne'yi Bulgarlardan geri almıştır.
Atatürk 27 Ekim 1913 günü Sofya Ateşemiliterliğine atanmıştır.
25 ŞUBAT 1915 - 10 ARALIK 1915
1914 Yılında 1. Dünya Savaşı başladığında Sofya’da Ataşemiliter olarak bulunan Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk), Osmanlı Devleti’nin 29 Ekim 1914 günü fiilen Birinci Dünya Savaşı’na girmesi ile birlikte, tıpkı daha önce Derne'de iken yaptığı gibi, Başkomutanlığa mektup yazarak, memlekette faal bir görev verilmesini istemiştir. Kendisine uygun bir cevap verilmeyince son mektubunda Enver Paşa'ya hitaben şunları yazmıştır:
-Vatanının müdafaasına ait fiili vazifelerden daha mühimi ve Mübeccel(aziz) bir vazife olmaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken, ben Sofya’da ataşemiliterlik yapamam. Eğer birinci saf zabiti olmak liyakatından mahrum isem ve kanaatini bu ise lütfen açıkça söyleyiniz.
Bu ısrar karşısında Enver Paşa'nın talimatı ile Atatürk, 20 Ocak 1915’te, Tekirdağ Bölgesinde yeni kurulmakta olan 19. Tümen Komutanlığına atanır ve kendisi Harbiye Nazırı Vekili İsmail Hakkı Paşa imzalı bir telgraf ile derhal İstanbul'a çağrılır. Atatürk telgrafı alır almaz 21 Ocak günü İstanbul’a gelir. Sonrasında 24 Ocak günü Tekfurdağı (Tekirdağ)'nda bulunan Tümenin başına geçer. Tümenin kuruluşu tamamlandıktan sonra Atatürk, Karargahı ile birlikte, 25 Şubat 1915’te, savaşlara katılmak üzere Eceabat (Maydos)'a gelir. 19. Tümen Komutanı olan Atatürk aynı zamanda Maydos Bölge Komutanlığına atanır. Artık Seddülbahir - Eceabat bölgesinin kara savunması kendisinin yönetimindedir. Bu görevi, 24 Mart 1915 günü 5. Ordu'nun kurulması ve birliklerin yeniden düzenlenmesine kadar sürdürür. 24 Mart günü ordunun yeniden yapılanması ile birlikte 5. Ordu ihtiyatı olarak 19. Tümen Komutanlığı görevine devam eder.
Çanakkale Boğazı'nı deniz yoluyla geçemeyeceğini anlayan İtilaf Devletleri 25 Nisan 1915 sabaha karşı bir kara harekatı ile aynı anda Seddülbahir Bölgesi ve Arıburnu Bölgesine çıkarma yaparlar. Hedef Seddülbahir Bölgesinde kritik nokta olan Alçıtepe, Arıburnu tarafında ise Kocaçimen Tepesi'dir. İşgal kuvvetleri Seddülbahir'de kısa sürede durdurulur. Ancak Arıburnu'nda durum pek iyi değildir. Kanlısırt bölgesinde durdurulabilen işgal güçlerinin Conkbayırı yolu açık kalmıştır. İşte bu noktada Atatürk savaşın kaderini belirleyecek olan kritik kararı alarak emri altındaki 57. Alayı, başında bizzat kendisi bulunarak Conkbayırı yönüne harekete geçirir. Böylece İşgal kuvvetleri Conkbayırına ulaşamadan durdurulur ve Kocaçimen Tepe'nin işgali önlenmiş olur. Atatürk 25 Nisan gününden günden 17 Mayıs gününe kadar Arıburnu Kuvvetleri Komutanlığı görevini sürdürür.
Yarbay Mustafa Kemâl 25 Nisan sabahını şöyle anlatmıştır:
-Yolu kendim buldum ve kıt’ayı oradan geçirmek suretiyle Kocaçimen Tepesi’ne varıldı. Orada denizde bulunan gemilerinden ve zırhlılardan başka bir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzakta olduğunu anladım. Erler o çetin araziyi durmadan geçmek yüzünden yorulmuş ve yürüyüş derinliği pek ziyade uzamıştı. Alay ve batarya kumandanına erleri tamamıyla toplayıp küçük bir dinlenme vermelerini söyledim. Denizden görülmeyecek şekilde on dakika kadar duracaklar, sonra beni izleyeceklerdi. Ben de orada bir Abdal Geçidi vardır, o Abdal Geçidi’nden Conkbayırı’na gidecektim. Yanımda yaverim, emir subayım ve başhekim ile oralarda tekrar bulduğumuz Tümen Dağ Topçu Taburu Kumandanı olduğu halde atlı olarak yürümeye (gitmeye) giriştik; fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı’na vardık. Bu sırada Conkbayırı’nın güneyinde 261 rakımlı tepeden kıyının gözetleme emniyetine memur olarak orada bulunan bir kol erlerinin Conkbayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm.
Kendim önüne çıkarak;
- Niçin kaçıyorsunuz? diye sordum.
- Efendim, düşman geliyor! diye yanıtladılar.
- Nerede? diye sordum.
- Anzaklar Arıburnu koyunda diye yanıtladılar.
Gerçekten düşmanın bir avcı hattı 261 rakamlı tepeye yaklaşmış, rahat rahat ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, erler on dakika dinlensinler diye… Düşman da bu tepeye gelmiş… Demek ki düşman bana benim askerimden daha yakın! Ve düşman benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir duruma düşecek. Kaçan erlere:
- Düşmandan kaçılmaz, dedim.
- Cephanemiz kalmadı, dediler,
- Cephaneniz yoksa süngünüz var dedim.
Ve bağırarak süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade ve dağ bataryasının yetişebilen erlerinin “marş marş”la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayını geriye aldırdım. Bu erler yere yatınca düşman erleri de yere yattı. Kazandığımız an bu andır .
Yb. Mustafa Kemâl (Atatürk) o sabah komutasındaki subaylara verdiği taarruz emrinde içinde bulunan duruma çok yaraşan şu tarihsel sözleri ekler:
-Size ben taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir.
30 Nisan günü Atatürk’e, gösterdiği fedakârlık ve kahramanlıklar nedeniyle “Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyası” verilir.
1 Mayıs’ta taarruza geçmeye karar verir, bunun için 30 Nisan gecesi komutanları toplar ve onlara şunları söyler:
-Düşmanı büsbütün kaçırmak için daha çok teemmüle lüzum yoktur. İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan hecaletinin ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını katiyen kabul etmem. Şayet böylelerinin olduğunu hissederseniz derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim. Şimdiye kadar ihraz ettiğimiz muvaffakiyeti tamamlamak için emrime verilen taze kuvvetler hattı harbe vasıf olmaktadır.
3 Mayıs günü birliklerine şu bildiriyi yayınlar:
-Benimle beraber burada muharebe eden bilcümle askerler katiyen bilmelidirler ki, uhdemize tevdi edilen namus vazifesini tamamen ifa etmek için bir adım geri gitmek yoktur. Habu istirahatten yalnız bizim değil bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk asarı göstermeyeceklerine şüphe yoktur.
Aynı gün, Yb. Mustafa Kemâl (Atatürk) Harbiye nazırı Enver Paşa’ya bir mektup yazarak düşmanın karaya çıkma nedeni olarak Liman von Sanders’in hatalı taktik uygulamasını göstermiştir;
-…Maydos mıntıkası kuvvetlerine kumanda ettiğim zaman aldığım tertibat ile düşmanın karaya çıkmasına imkan verilmeyebilirdi. Von Sanders Paşa hazretleri bizi, bizim orduları, bizim memleketimizi tanımadığı ve layıkıyla araştırmada bulunacak kadar bir zamana sahip olmadığından sahilde çıkarma noktalarını tamamen açık bırakacak tertibat almış ve bugün düşmanın karaya asker çıkarmasını kolaylaştırmıştır…Vatanımızın müdafasında kalp ve vicdanları bizim kadar çırpınmayacağına şüphe olmayan başta Von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikirlerinin üstünlüğüne itimat etmemenizi kati surette temin ederim. Bizzat buraya teşrif eder, umumi vaziyetimizin icaplarına göre bizzat sevk ve idare etmeniz münasip olur kardeşim.
Atatürk 9 Mayıs günü, erlerin yorgun düşmesi nedeniyle başarısızlık gösteren 72. Alay’ın 3. Tabur Komutanı Binbaşı Mahmut Bey’e şunları söyler:
-Dün yapılması emrolunan taarruzu sonuna kadar bitirecek ve karşınızdaki düşman siperlerini zaptedeceksin! Göndereceğim taze asker sizinle ancak bu şartla yer değiştirecek! Askerlerinizi, düşman siperlerini zapt ve işgal etmek üzere yönlendirme ve uyarmada başarı sızlığınız ve yahut askerinizin bir münasebetsizliği halinde yerinizi alacak yeni kuvvet evvelâ sizi ortadan kaldıracak ve ondan sonra yerinize geçecektir.
10 Mayıs günü 3.Kordu'nun emri ile Atatürk’ün, Arıburun Kuvvetleri Komutanı olarak muharebeleri idare ettiği tepeye “Kemalyeri” adı verilir
12 Mayıs günü Atatürk, 19. Tümen birliklerine günlük emrini verir:
-...Askerlerimizin, yapılacak düşman hücumunu defedeceğine inancım tamdır. Ancak, yalnız düşman hücumlarını def etmek, amaç ve görevimizin güzel bitirilmesi için yeterli olmayıp, tersine düşman hücumu def olunduğu anda hemen bölge komutanları, o noktada destek ve yedeklerini birinci hatta sürerek karşı saldırı ve hücumla düşman mevziine girmek gerekir. Bundan başka, düşman hücumunun reddi haberini değil, karşı hücum ile düşman mevziine girilmiş olduğu haberini beklerim!
13 Mayıs günü Kuzey Grubu Komutanlığı’na gönderdiği raporda, Başkomutanlık tarafından 14 Mayıs günü yapılması istenilen taaruz ile ilgili olarak düşüncelerini şöyle belirtir:
-Kolordu’nun isteği gereğince karşımdaki düşmanı Arıburnu’ndan atmak için canımı fedadan bir an tereddüt etmem. Komuta ettiğim birliği dahi son ere kadar ölüme gönderebileceğime güvenim var. Ancak, fayda verecek sonucu ortaya koyacağına kesin olarak inandığım evvelki raporumda da arz ettiğim üzere, ağır topçunun ateş himayesi altında yeni bir tümenle taarruzun yapılması gerekli olduğunu arz eylerim.”
17 Mayıs 1915 günü Atatürk'e Arıburnu muharebeleri'nde gösterdiği üstün başarı nedeniyle Padişah adına “Muharebe Altın Liyakat Madalyası” verilir. (Bazı kaynaklarda madalyanın veriliş tarihi 17 Ocak 1916)
22 Mayıs günü Atatürk Cesarettepesi’nden Fuat (Bulca), Salih (Bozok) ve İbrahim Beylere şu mektubu yazar:
-Telgrafınızı aldım. Duygu ve tebriklerinize teşekkürler ederim. Buralarda bugüne kadar komuta ettiğim kuvvetlerle yaptığım görevlere karşı Kolordu, Ordu ve Başkomutanlık tarafından gösterilen yüksek takdir cidden beni mahcup etmiştir. Savaşı yönettiğim yere “Kemalyeri”, tümenimin düşmandan geri aldığı ve bu dakikada bulunduğum yere “Cesarettepesi” isimlerini verdikleri gibi gümüş savaş madalyasından sonra altın liyakat savaş madalyası da verdiler. Terfiim dahi konu oldu. Tabiî ben, terfi için çalışmadığımdan “sıram geldiği zaman” cevabını verdim.
23 Mayıs 1915 günü Atatürk’e, Almanya İmparatoru tarafından “Demir Haç nişanı" verildiği, 5. Ordu Komutanlığı’nca bildirilir. (Bazı kaynaklarda madalyanın veriliş tarihi, 28 Aralık 1915)
29 Mayıs 1915 günü Atatürk 19. Tümen birliklerine tahkimat hakkında şu talimatı verir:
-Herkes ve bütün erler iyi bilmelidirler ki, siperler yalnız savunma için değildir ve saldırıyı sağlamayan siperler, zararlı ve başarısızlığa uğratıcıdır. Mevcut siperler iyileştirilip düzenlenecek ve tahkimat yalnız düşman ateşinden korunup az telefat vermek görüşüne dayanmayıp, düşmanı ezecek ve saldırıyı kolaylaştırabilecek mükemmel şekle sokulacaktır.
Atatürk, 30 Mayıs günü Maydos’taki karargâhından Madam Corinne’e Fransızca bir mektup yazar:
-...İki aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı’nı, Müttefiklerin çıkarma girişimlerinde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı savunuyorum. Bu ana kadar hep muvaffak oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki, daima da muvaffak olacağım. Burada benim ismimin duyulmamasına hayret etmemeli; çünkü ben, mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuş’a şeref kazandırmayı tercih ettim. Tabiî şüphe etmezsiniz ki, muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi, muharebe edenlerin saşarında Mehmet Çavuş’u bulan da o idi!
Yarbay Mustafa Kemal 1 Haziran günü Albaylığa yükseltilir.
5 Haziran günü 19. Tümen birlikerline yayınladığı emi şöyledir:
-...Düşmana olan yakınlığımız nedeniyle birinci hatlardaki kıtaların her vakit uyanık bulunmaları, mangaların başında manga, takımların başında takım komutanları ve sırasıyla her kıta komutanının daima hazır ve erlerin heves ve gayretini artırmak suretiyle her durumda örnek olmaya fırsat gözetmelerini kesinlikle isterim.
Atatürk, 27 Haziran 1915 günü Maydos’tan Madam Corinne’e Fransızca kart gönderir:
-İşte haberler... Daima büyük başarılarla savaşıyoruz. Ümit ederim ki, gümüş imtiyaz, altın harp liyakat madalyaları aldığı mı, Almanya’nın Demir Haç nişanıyla ödüllendirildiğimi ve son defa da albaylığa yükseldiğimi duydunuz.
15 Temmuz 1915 günü Atatürk’e, fakfon (nikel, bakır, çinko alaşımı)’dan harp madalyası verilir.
(Bu fotoğraftaki tarih kontrol edilmelidir. Zira kaynaklara göre Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip (Yöntem), Ömer Seyfettin, Mehmet Emin (Yurdakul), İbrahim Alaettin (Gövsa), Hakkı Süha (Gezgin), Enis Behiç (Koryürek)'in aralarında olduğu heyet 16 Temmuz günü 5. Ordu ve 3. Kolordu karargahlarını ziyaret etmiş, Arıburnu ve Seddülbahir savaş alanlarını gezmiştir. Ancak Cesarettepe'ye giden yolun tehlikeli oluşu nedeniyle Atatürk'ü ziyaret edememiş, ancak telefonla konuşarak başarılarını kutlamıştır.)
2 Ağustos günü Arıburnu’ndan Madam Corinne’e Fransızca bir mektup gönderir:
-...Burada hayat o kadar sakin değil. Gece gündüz her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan uzak kalmıyor. Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha dayanıklı- lar. Bundan başka hususî inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Gerçekten onlara göre iki semavî netice mümkün: Ya gazi ya da şehit olmak!
25 Nisan'dan bu yana ilerleme kaydedemeyen işgal güçleri yeni kuvvetler ile Suvla Koyu üzerinden 6 Ağustos 1915 günü bir kez daha taarruza geçerler. Bu defa Conkbayırı tehlike altındadır.
7 Ağustosun ilk saatlerinde düşman 19. Tümen’in sol kanatına Merkeztepe doğrultusunda Kabaksırt’a taarruza geçer. Alb. Mustafa Kemâl gündüzden bu taarruzu sezmiş ve Tümenini gece yarısından sonra bile ayakta tutarak saat 00.10’da şu emri vermiştir:
“vaziyet-i umumiye pek mühimdir. Kumandanlar ve zabitandan her vakitten ziyade fevkalade intibak ve mesai-i fedakarane talep ederim.”
8 Ağustos günü akşama doğru saat 17:30’dan biraz sonra Ordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Atatürk'ü telefonla arayarak düşüncelerini sorar. Alb. Mustafa Kemâl (Atatürk) Conkbayırı’ndaki durumun nazikliğini açıklar. Genel tedbirler almak için bir an kaldığını, bunun kaybı halinde felaketin çok olağanlaştığını söyler. Kurmay Başkanının; “Çare kalmadı mı?” sorusuna:
“Bu dakikaya kadar çok elverişli tedbirler vardı. Ama bu dakikada tek bir tedbir kalmıştır.” Telefonun öbür ucundaki Kurmay Başkanı öğrenmek istedi: “O tedbir nedir?” “Bütün komuta ettiğiniz kuvvetleri emrim altına vermenizdir.” Son soru şu oldu: “çok gelmez mi?” “Az gelir.” diye karşılık verir. 8 Ağustos Saat 21.45’te Albay Mustafa Kemâl Anafartalar Grup Komutanı olarak atanır. Artık beş tümene birden emir ve komuta edecektir.
9 Ağustos günü zaman kaybetmeksizin Anafartalar'da taarruza kalkan birlikler işgal kuvvetlerini geri püskürtür. Bu başarıdan sonra Conkbayırı'na, cephe hattında bulunan 8. Tümen Karargahına gelen Atatürk 10 Ağustos sabaha karşı yapacağı taarruz için son hazırlıklarını gerçekleştirir. 8 Ağustos günü kısmen ele geçirilmiş olan Conkbayırı, 10 Ağustos sabaha karşı yapılan süngü hücumu ile tekrar ele geçirilir. 10 Ağustos sabahı hücumdan önce Atatürk askerlerine şöyle seslenir:
-Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvelâ ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız!
Süngü hücumuyla baskın şeklinde geliştirilen bu taarruz ve süngü muharebeleri sonucu, düşman 4 saat içinde Conkbayırı’ndan tamamen atılır, ayrıca Şahinsırt’ın en yüksek tepesi de ele geçirilir. Düşmana asker ve araç bakımından büyük kayıplar verdirilen bugünkü muharebe esnasında Atatürk, kalbini hedef alan bir şarapnel parçasının, göğüs cebindeki saati parçalayarak geri dönmesi sonucu mutlak bir ölümden kurtulur. Günün sonunda Atatürk parçalanan saatini 5. Ordu Komutanı Liman Paşa'ya günün hatırası olarak takdim etmiş, Paşa bunun karşılığında kendi saatini Atatürk'e hediye etmiştir. O gün elde edilen zafer tarihe 1. Anafartalar Zaferi olarak kaydedilecektir.
İşgal kuvvetleri 15 Ağustos 1915 günü bu defa Kireçtepe üzerinden saldırıya geçmişler ancak bu saldırıları da geri püskürtülmüştür. Atatürk, bugünkü çarpışmaları da ateş hattında, 5. Tümen Karargâhı’nın bulunduğu 161 rakımlı tepeden yönetmiştir ve Kireçtepe Muharebeleri için şunları söylemiştir:
-Kireçtepe, Anafartalar muharebe cephesinin sağ kanadında pek mühim bir mevzidir. Düşman 15 Ağustos 1915 günü akşam saat 6.30’dan sonra bir tugay kuvveti ile grubun sağ kanadına taarruz ve Kireçtepenin bazı kısımlarını zapt etmişti. Fakat aynı gece kıtalarımız tarafından yapılan karşı taarruzda Kireçtepe mevzii geri alındı. Düşman 16 Ağustos 1915 günü daha üstün kuvvetlerle yeniden Kireçtepe’ye taarruz etti. Düşmanın pek ciddi olduğu anlaşılan bu taarruzlarına karşı yakından ve bizzat tedbirler almak üzere adı geçen cephe gerisinde Turşun köyündeki tümen karagahına gittim. Kireçtepe muharebe meydanına yeteri kadar kuvvetlerin hemen toplanması lüzumu belirmişti. Onun için istifade edilebilecek birlikleri getirterek öğleye kadar 12 tabur toplamayı başardım. Getirilen kuvvetler durmadan muharebe hattına yürüyorlardı. Sonunda kurmaylarımdan gerekli olanlarla beraber bizzat ben de muharebe hattına yaklaşmak lüzumunu hissettim. Bulunduğum yerden muharebe hattına giden tek bir yol vardı. Bu yol hep kıyı yakınından geçiyordu. Düşmanın kıyıya yaklaşmış olan iki torpidosu tarafından durmadan ateş altında tutuluyordu. Bu sebeple ileri harekât eden bütün kıtaların durmuş olduğunu gördüm. Hayvandan indim. Kolun başına ve durmak zorunda kalınan noktaya geldim. Hakkette oradan ileri geçmek; Ölümle kesin olarak yüz yüze gelmekti. Halbuki bugün bu kıtaların ileri geçmesi lazımdı. Önce ben yalnız olarak koşar adımla geçtim. Arkamdan ve birbirinden aralıklı olarak kurmay başkanım ve yaverlerim geçtiler. Ondan sonra durmuş olan kıtaların komutanlarına geçeceksiniz dedim. Parça parça koşmak suretiyle istenilen kıtalar geçirildi. Bu muharebenin sonunda düşman harekâtı sonuçsuz bırakıldı. Öncekinden daha hakim bir durumda geçirildi. “Yaver Cevat bey o gün o tehlike içinde hizmet gören bir askeri anlattı”. Kimsenin geçemediği ateş içinden telaşsız ve tevekkülle yürüyerek ilerideki arkadaşlarına nişanla hemen orada mükafatlandırmıştır.
İşgal Kuvvetleri 21 Ağustos 1915 günü Anafartalar üzerinden tekrar saldırıya geçmeyi denemişlerse de bu denemeleri yine başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Tarihe 2. Anafartalar Zaferi olarak geçen o günü Atatürk şöyle anlatmıştır:
-21 Ağustos 1915 sabahı düşmanın bir taraftan öbür tarafa asker sevk etmekte ve gemilerden bazı kıtalar çıkarmakta olduğu görülüyordu. Bununla beraber cephede sessizlik vardı. Öğleden önce küçük Anafartalar batısında bulunan kıtalara gittim. Alınan tertiplerde bazı değişiklikler yaptım. Karargaha döndüğümde durumu daha şüpheli görüyordum. Onun için ihtiyatta bulunduğum tümenlere hemen silah başı yapmalarını telefonla emrettim. Bu sırada idi ki gittikçe artan top sesleri ile beraber düşmanın taarruza geçtiği anlaşıldı. Bu taarruz küçük Anafarta köyünün genel olarak batısında bulunan tümenlerimize, Yusufçuk Tepesi, İsmailoğlu Tepesi, ve Anzak koyu ile Kayacık Ağılı arasındaki alana karşı idi. Taarruz olunan cepheye sevk olunabilecek kuvvetler Turşun köyü kuzey batısındaki 9.Tümen ile Sivri köyü civarında bulunan 6.Tümen ve 8. ve 4. Tümenlerin ihtiyat kuvvetleri idi. 9.Tümen harekete geçirildi. 7.Tümeni Sülücek ve İsmailoğlu tepesi bölgelerinde takviye etmesi diğer bir tümenin küçük anafarta üzerine yürümesini öbür tümenlere düşmanın topçuları ile taarruz etmekte olduğu istikametleri ateş altına almalarını; kısaca bütün cephede gereken tedbirlerin alınmasını emrettim. Ancak düşmanın hücum ettiği cepheye gönderdiğim ihtiyat kuvvetlerinin ulaşabilmeleri için zaman geçecekti. O zamanı kazanmak gerekiyordu.
Elimden süvari tugayı da vardı. Bu süvari kıtasının varlığı ben de şöyle bir hatıra uyandırdı; Fransızlar Settülbahir cephesinde piyadelerinin hücum hatları önünde bir süvari kıtasının yayılmış olduğu halde bizim hattımıza saldırmışlardı. Bu Fransız süvarilerinin ateş karşısında korkusuzca ölüme koşmaları hoşuma gitmişti. Bu hareketi cidden şövalyelik bulmuştum. Piyadenin önünde bir perde yapıyorlar ve ötesi yok işte ölüme kucak açıyorlar arkalarındaki piyadeyi korumak için kendileri feda ediyorlardı. Bu ne resim yapılacak cesaret ve fedakarlık tablosudur! Bundan dolayı hemen bizim süvari alay kumandanı beyi yanına çağırdım. İsmailoğlu tepesine taarruz eden düşmanın aynı tarzda bir hareketle durdurulmasını emrettim. Pek kıymetli bir süvari kumandanı olan bu arkadaşımız bütün asil cesaretini bu münasebetle gösterdi. Bana istediğim zamanı kazandırdı. Düşmanın deniz ve kara topçuları İsmailoğlu tepesi ile Azmak deresinin kuzey ve güneyindeki mevzilerimizi şiddetle bombardıman ediyordu. Henüz tamamlanmamış olan siperlemiz barınılamaz hale geliyordu. En mühimi birçok düşman bataryaları ateşlerini Yusufçuk Tepesine toplamışlardı. Düşman bütün cephe üzerine piyadesi ile de taarruz ediyordu. Topçularımızın, piyadelerimizin hiç sarsılmadan açtıkları ateş sayesinde bütün cephelerdeki düşmanın ilk taarruzu telafat verdirilerek püskürtüldü. Öğleden sonra 4 ile 4.30 arasında tahminle 1 tümen kadar düşman kuvvetlerinin birbiri arkasından birkaç kademe olan Lale tepeden ilerlemekte olduğu görüldü. Bu düşman kuvvetleri Mestan Tepe ve Kayacık Ağılına doğru yanaşıncaya kadar pek çok telafat verdi. Ve birçok defa durmak zorunda kaldı. Bazı kısımları darmadağınık bir hale geldi. Fakat her halde ilk taarruzu yapan düşman kıtaları takviye olundu ve 2. defa olarak tekrar taarruza kalktı.
Bu defa da Yusufçuk tepesine karşı yapılan hücum defedildi. Yalnız bir jandarma bölüğümüzün geriye çekilmesi üzerine orası hemen takviye olunarak bir süngü hücumu ile düşman o noktadan atıldı. Düşman saat 6’dan sonraya doğru taarruzuunu üstün kuvvetlerle ve erleri İngiliz soylu kişilerden oluşan ikinci süvari yaya tümeni ile üçüncü defa olarak yine Yusufçuk tepesine girdi. Tarafımızdan birinci hatlar takviye olunarak yaptığımız taarruzla düşmanı o tepeden attık. Üstünlük bizde kaldı. Düşmanın Azmak güneyinde yaptığı taarruzlar da pükürtüldü. Böylece 21 ağustos 1915 düşmanın en az biri taze olmak üzere 3 tümenle yaptığı taarruz sonunda 15-20.000 kadar kaybı oldu. Düşmanın maksadı bence Kayacık Ağılı ve İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerini ele geçirmek cephemizi yarmaktı. Ve bu hat içinde doğuya ilerleyecekti. Gerçekten pek büyük azim ve inat ile birçok taarruzlar yaptı. Kıtalarımızın ve başlarında bulunan kumandanlarla subaylarımızın metanetleri, fedakarlıkları sayesinde düşmanın hücumları göğüs göğüse, süngü süngüye karşılanarak imha edildi. Sonunda başarı elde bizde kaldı. General Hamilton, Türk askerlerini Türk subay ve kumandanlarını her halde İngiliz tümeninin ululuğundan daha yüksek bulacaktır. Bundan eminim. Sir Hamilton adı geçen tümen erleri için diyor ki; “Bu derecede seçme erlere zamanımız muharebelerinde pek seyrek rastlanır.” Bunu böyle kabul edersek o halde bizim 34. Ve 64. Alaylarımız ki onları mağlup etmiştir. Efradına dünyanın hiçbir ordusunda rastlamak ihtimali olmadığı itiraf olunmalıdır. Yalnız Sir Hamilton’u parlak gayesine ulaşmaktan alıkoydukları için İngiliz kumandanın “Türkler 2. Yaya Süvari tümeninin gırtlaklarına yapışıp hadlerini bildirmekten kendilerini kurtardıkları için talihli imişler” sözünü pek bayağı buluyorum. Ve buna karşılık şu cümleyi kullanmaya kendimi mezun sayarım: İngilizlerin varlığı ile pek iftihar ettiği 2.Mavent yaya süvari tümeni erlerinin temiz kanlı ve mert Türk kahramanları karşısında dayanamamaları bence bizim için daha iftihara değer. Gerçekten Türkler insan takatinin üstünde bir güç göstermişlerdir ve zafer de biz Türklerin olmuştur.
25 Nisan günü çıkarma yapan İşgal Kuvvetleri bir türlü istedikleri sonuca ulaşamamışlardı. Son bir deneme yapmak üzere 27 Ağustos 1915’te topçu ateşi ile Kayacık Ağılı cephesinde bulunan tümenimizi ateş altına alarak oradaki siperlerimizi dövmeye başlar. Bu ateş öğleden sonra saat 16.00’da büsbütün şiddetlendi. Ve buna donanma topçuları da eşlik etti. Alb. Mustafa Kemâl (Atatürk) düşmanın bu şiddetli ateşlerinden sonra muhakkak taarruza geçeceğine hükmederek oradaki 7. Tümen Komutanına gereken emri verir:
-Avcı hatları teksif edilsin; istisnalar ve ihtiyatlarla takviye edilsin. İcap ederse fırka komutanının taarrruz cephesinde muharebeyi bizzat idare etmesi muvafıktır.” O sırada Alb. Mustafa Kemâl, grubun yedeği olan 6. Tümenin hazırlanmasını da emretmiştir. Ve aynı zamanda topçularına da o istikamete karşı ateş açtırmıştır. Gerçekten düşman cepheye taarruza kalkmıştı. Alb. Mustafa Kemâl oradaki tümen komutanından belirli bir haber alamadığı için telefon ile “ilerdeki kuvvetleri kullanacak kimsenin orada bulunmadığını anlıyorum. Herhalde birinci hatlar yoğunlaştırılmalı düşmanın hücumu halinde hemen süngü ile karşılanacak şekilde ihtiyat taburları birinci hatta yaklaştırılmalıdır icraatınızı hemen bildiriniz.
Atatürk o günü şöyle anlatmıştır:
Zamanın geçmesine rağmen istediğim, beni aydınlatan mesajlar gelmiyordu. Benim istediğim haber: “Siperlerimize giren düşman mahvedilmiştir, düşman siperlerine askerlerimiz girmiştir.” Tümen ise hereketin iyice hava karardıktan sonraya ertelenmesini müsade etmem isteğinde bulunuyordu ki! Bunun üzerine ben “düşmanın tardı için gecenin gelmesini bekleyerek bir an bile kaybetmek katiyyen aciz değildir. Düşman da karanlıktan faydalanarak fazla takviye kıtaları alır. Çevik hareket ederek düşmanın hemen tard etmenizi istiyorum. Gönderdiğim takviye kıtaları ile iritbat kurunuz. Onları cephe gerisine yaklaştırınız ve bana bildiriniz emrini verdim.
Bu tümen cephesinde o gün ve bütün gece sabaha kadar kanlı boğuşmalar çarpışmalar olmuş ve düşman amacına ulaşamamıştır. 27-28 Ağustos 1915 gece yarısından sonra düşman Mestan Tepeden Yusufçuk Tepesine taarruza kalkmışsa da piyade ateşleri ile püskürtülmüştür. Kayacık Ağılı muharebesinden sonra Anafartalar bölgesinde ciddi bir muharebe olmamıştır.
1 Eylül 1915 günü Atatürk’e, Anafartalar Grubu Komutanlığı’ndaki üstün başarıları nedeniyle “Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası” verilir.
20 Eylül 1915 günü Atatürk sıtmaya yakalanarak rahatsızlanır.
23 Eylül 1915 günü Atatürk, Almanya’nın İstanbul Elçiliği görevlilerinden Dr. Ernest Jackh’ı çadırında kabul eder ve kendisine şunları söyler:
-Tam mânasıyla Ruslar gibi karaya tıkıldık. Ruslar çökmeğe mahkûmdurlar; çünkü Boğazları kapayarak onları Karadeniz’e tıkadım. Bu suretle, mütteŞklerinden ayrı düşürdüm. Fakat biz de aynı sebep dolayısıyla yıkılmağa mahkûmuz. Gerçekten biz, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu sahillerine yerleşmiş bulunuyoruz; fakat herhangi bir okyanusa çıkmayı göze alamayız. Deniz kuvvetlerine sahip olmayan bir kara kuvveti olmak itibariyle biz, yarımadamızı, kara kuvvetlerini hiçbir tehdide uğramaksızın istediği sahile getirebilen deniz kuvvetlerine karşı savunmaya asla muktedir olamayacağız
24 Eylül günü Başkomutan Vekili Enver Paşa Gelibolu'ya biz ziyaret gerçekleştirmiş ancak Anafartalar Grup Komutanlığına uğramadan İstanbul'a geri dönmüştür. Bunun üzerine 27 Eylül 1915 günü Atatürk, 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders’e, Anafartalar Grubu Komutanlığı’ndan affını isteyen bir yazı gönderir:
-...Geçenlerde Ekselansları Başkomutan, Kuzey, Güney ve Asya Gruplarını ziyaretiyle gereği gibi onurlandı rmıştır; ancak Anafartalar Grubu’nun varlığını tanımak istememekle, bizi ziyaretinin onurundan mahrum kılmıştır....Ekselânsları Başkomutan’ın şahsıma karşı beslediği duygular böylece bilinirken, orduda aynı koşullar altında hizmet vermem benim için imkânsızdır. Siz Ekselânslarından, beni şu andan itibaren Grup Komutanlığı’ndan istifa etmiş sayma ve şahsımla ilgili daha sonraki işlemleri tayin etme lütfunda bulunmanızı rica etmek onurunu taşımaktayım.
Liman Paşa, Atatürk'ün istifa isteği üzerine 30 Eylül günü Enver Paşa'ya şu telgrafı gönderir:
"Bu dilekçeyi destekleyemem. Çünkü Mustafa Kemal Bey’i, vatanın bu büyük savaşta hizmetlerine muhakkak surette muhtaç olduğu, çok müstesna kabiliyetli, yetkili ve cesur bir subay olarak tanıdım ve takdir ettim. ...Şimdilik ilişikte takdim etmediğim ayrılma dilekçesini, Ekselânslarınızın, güvenini belirtmek suretiyle reddetmek lütfunda bulunmalarını rica ediyorum." Bunun üzerine Enver Paşa 4 Ekim günü Atatürk'e şu telgrafı gönderir:
“Rahatsızlığınızı işittim, müteessir oldum. Son defaki Çanakkale’yi ziyaretimde muhtelif mevzileri görmek isteğimden sizi ziyarete vakit kalmamıştı. İnşallah yakında tamamen sağlığınıza kavuşur ve bugüne kadar olduğu gibi kumanda ettiğiniz kıtanın başında başarıyla görevinize devam edersiniz."
Atatürk’ün, Enver Paşa’nın 4 Ekim 1915 tarihli yazısına cevabı ise şöyle olur:
“Rahatsızlığımdan dolayı yüksek iltifatlarınıza teşekkür ederim. Bendenizi yakında meydana gelmesi beklenilen olayları için hazırlanan kuvvetin başında da bulundurarak size daha büyük hizmetler yapılmasına eriştirmekle taltif edeceğinizden eminim”
11 Ekim 1915 günü Atatürk, İstanbul’da bulunan Salih (Bozok) Bey’e şu mektubu gönderir:
-Karşımızdaki düşman, artık güçsüz bir hale gelmiştir. İnşallah yakında tamamen atılır. Herhalde vatanımız bu yönden emindir!”
3 Kasım 1915 günü İstanbul’dan Gelibolu’ya gelen Ayan ve Mebusan Heyeti, Anafartalar Grubu Karargâhı’na giderek Atatürk’ü ziyaret eder ve Atatürk’le beraber cepheyi gezerler.
Atatürk 10 Aralık 1915 günü Çanakkale’den izinli olarak ayrılır ve İstanbul'a doğru yola çıkar. Atatürk izinli olarak ayrılış sebebini Salih (Bozok) Bey’e şöyle anlatmıştır:
“Ben düşmanın çekileceğini anladığım için bir taarruz yapılmasını teklif etmiştim. Fakat benim bu teklifimi kabul etmediler. Bundan dolayı canım sıkıldı. Çok da yorgun olduğum için izin alarak İstanbul’a geldim. Eğer ben orada iken düşman şimdiki gibi çekilmiş olsaydı, herhalde daha çok sıkılacaktım. Burada bulunmaklığım benim için bir talih eseridir.
Gerçektende işgal Kuvvetleri 19/20 Aralık günü Suvla Koyu'nu ve Arıburnu'nu daha sonra 8/9 Ocak 1916 günü Seddülbahir Bölgesini tamamen boşaltmışlardır. Zafer Türklerin olmuştur.
Atatür'ün Cumhuriyet’in ilanından sonra, Çanakkale’ye ilk gelişi, 1 Eylül 1928 tarihine rastlar. İstanbul Sarayburnu Parkındaki bir toplantıda, 8 Ağustos 1928 gecesi, Harf ve Yazı Devrimi’ni başlatan Atatürk, bir süre sonra Tekirdağ’a gelmiş, halkın yeni Türk harfleriyle okuyup yazma çabalarını yerinde görmüştür. Bu gezisinden hemen sonra, 1 Eylül 1928 günü Ertuğrul Yatı ile Dolmabahçe’den Çanakkale’ye hareket eder. O gün Çanakkale’de Valiliğe ve Belediye’ye uğrayarak yeni harfler konusundaki çalışmaları denetler, halkla konuşur, çoğu kişileri kara tahta başına çekerek cümleler yazdırır. O gün, öğleden sonra saat 16’da Maydos’a geçerek Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar bölgelerini gezer. Çanakkale savaşları sırasındaki anılarını tazeler. Geceyi, Ertuğrul Yatında geçiren Atatürk, ertesi gün 2 Eylül 1928 günü Gelibolu’ya gelir. Burada da yeni harfler konusunda çalışmaları izler. Akşamı İstanbul’a döner.
14 TEMMUZ 1933 - 14 TEMMUZ 1933
Atatürk, Çanakkale'ye 14 Temmuz 1933 Cuma günü bir daha gelir. O gün Ertuğrul Yatı ile İstanbul’dan Marmara’ya açılan Atatürk, Ece limanına çıktıktan sonra, Çanakkale’ye uğrar. Vali, Belediye Başkanı ve Çanakkale ileri gelenleri ile bir süre görüştükten sonra, o akşam Yalova’ya hareket eder.
Atatürk, 1934 yılı Nisan ayı’nın ilk haftasında bir Batı Anadolu gezisine çıkar, İzmir’e, oradan da otomobille, Edremit, Ayvalık, Ezine yolu ile 14 Nisan 1934 günü saat 19’da Çanakkale’ye gelir. Yanındaki komutanlarla birlikte, Çanakkale’deki askeri birlikleri denetler. O gece, Orduevinde düzenlenen baloyu şereflendirir. Geceyi Çanakkale’de geçirdikten sonra, ertesi sabah Balya üzerinden Balıkesir’e hareket eder.
25 HAZİRAN 1934 - 25 HAZİRAN 1934
Atatürk İran Şahı Rıza Pehlevi ile birlikte Yurt gezisine çıkmışlardır. 24 Haziran 1934 günü Balıkesir’e gelmiş, geceyi burada geçirmişlerdir. 25 Haziran 1934 sabahı otomobillerle Biga üzerinden Çanakkale’ye hareket ederler. Konvoy, yolda Balaban Tepesi üzerinde kısa bir mola verir. Saat 15:50’de Çanakkale’ye ulaşırlar. Çanakkale’de askeri birlikler denetlendikten sonra Erenköy’e gelirler. Atatürk, burada Rıza Şah Pehlevi’ye Çanakkale Savaşları konusunda bilgi verir. Saat 19:15’te iskeleye yanaşan Gülcemal Vapuru, Atatürk’ü ve konuklarını alarak İstanbul’a götürür.
ÇANAKKALE' DE ÇEKİLMİŞ FOTOĞRAFLARI
Kaynaklar:
1- Mehmet Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Birinci Baskı, 1975
2- Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2007
3- Fotoğraflarla Atatürk, Genelkurmay Personel Başkanlığı, Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, 2015
4- Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, 2008
5- Andrew Mango, Atatürk, 2004