Atatürk'ün Mersin’e ilk geliş tarihi 17 Mart 1923 tür. Büyük Zafer’den sonra Güney Anadolu’ya yaptığı bu ilk gezide yanında eşi Latife Hanım, milletvekillerinden Kılıç Ali, Damar (Arıkoğlu), Refik (Koraltan), Başyaver Salih (Bozok), Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe), Yazar İsmail Habib (Sevük) ve daha başkaları da vardır. Atatürk, önce Adana’ya geçer, burada birkaç gün kaldıktan sonra, Mersin’e hareket eder. Mersinliler, Onu Yenice İstasyonundan başlayarak coşkun gösterilerle karşılarlar. Bu geziye ait anılarını ayrı ayrı yazan İsmail Habib Sevük ve Damar Arıkoğlu’nun anlattıklarına göre, karşılayıcılar arasında ilk Meclis’ten o güne, Atatürk’e muhalefeti ile tanınmış Mersin Milletvekillerinden Yusuf Ziya da vardır ve karşılamalarda ön safta görünmek çabası içindedir. Atatürk, bu iki yüzlülükten üzgün, Onun teşrifat memuru gibi, şunu bunu tanıtmasına karşılık:
-Sizin tanıtmanıza gerek yok. Ben onları tanırım demek zorunda kalır.
O gün Hükümeti, Belediyeyi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini ziyaret eden Atatürk, daha sonra Millet Bahçesi’nde Türkocağı’nın düzenlediği bir açık hava toplantısına katılır.
Millet Bahçesi'ndeki durumu İsmail Habib şöyle anlatıyor:
"..En son Millet Bahçesi’ndeyiz. Duvarların ve ağaçların üstüne kadar her yer insanlarla dolu. Fakat Mersin’de herşey aksi gidiyor. Orta yere, birkaç basamakla çıkılıp tıpkı tahtları andıran bir yer yapmışlar. Kral ve kraliçeye mahsus gibi yaldızlı iki koltuk.. Gazi, sanki refikasıyla beraber, tüner gibi oraya çıkacak. Bahçeye girip te o manzarayı görür görmez adamakıllı kızdı ve (Bu ne maskaralık!) diyerek tahta sandalyelerden birini alıp rastgele oturuverdi".
Eşi ile birlikte, halkın arasında kuru bir sandalyeye oturan Atatürk, Mersin Türkocağı Başkanı ve Hükümet Tabibi Dr. Reşit Galip’in konuşmasını dinler. Bu konuşmayı cevaplandırmak üzere kürsüye çıkar. Önce, gösterdikleri pek sıcak sevgi ve bağlılık dolayısıyla Mersinlilere teşekkür eder, sonra da şunları söyler:
Sayın kardeşler!
Genç ve çok kıymetli doktorumuz Reşit Bey’in sözleri bence iki bakış açısından incelenebilir. Birincisi doğrudan doğruya kalbinin, vicdanının ve saygıdeğer Mersin halkının vicdanının, benim kalbimdeki duygulara tercüman olan duygulardır. Buna teşekkür ile yetineceğim. Gerçekten saygıdeğer doktorun dediği gibi, benim için dünyada en büyük makam ve ödül milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cenab-ı Hak beni bunda başarılı etmiş ise, şükür ve hamdlar ederim. Bugün olduğu gibi ömrümün sonuna kadar milletin hizmetçisi olmakla övüneceğim.
Saygıdeğer Mersin halkı, bugün hakkımda gösterdiğiniz içten ve heyecanlı gösterilerden size ayrıca teşekkür ederim. Ayrıca itiraf etmek zorundayım ki, geldiğim günden bu âna kadar duygularımın, memnuniyetimin derecesini biliyorum, gönlü rahat ve emin bulunuyorum ki, her taraftaki kardeşlerim gibi burada da bana sevgi ve özen gösteren kardeşler var.
Mersinliler, memleketiniz Türkiye’nin çok önemli bir noktası bulunuyor, çok önemli bir ticaret noktasıdır. Memleketiniz bütün dünya ile Türkiye’nin en önemli bir bağlantı noktasıdır. Bunu sizler benden iyi biliyorsunuz. Memleketinize sahip olabilmek için çektiğiniz acılar, sıkıntılar, mahrumiyetler büyük olmuştur. Bunu sizler değerlendirirsiniz. Hepimiz arzu edelim ki acı günler tekrarlanmasın. Buna gerçekten lâyık olmak gerekir. Savaş meydanlarında kıymetli evlâtlarımızın süngü ve silâhlarının zaferi yeterli değildir. Bu zafer ve başarı çok büyüktür.Ancak gerçek refah ve mutluluğa sahip olabilmek için, asıl bundan sonra çalışmak gerekir. Sizin için zafer ve ilerleme sahası ekonomide, ticarettedir. Bunu anlıyorsanız, çok çalışmak zorundasınız. Aksi durumda memleketin gerçek sahibi olduğunuzu söyleseniz bile, kimseyi inandıramazsınız. Bu doğrularla dolu sözlerimle bu gerçeği dile getiriyorum. Gönül ister ki; burada bir saat, bir gün değil, uzun süre kalayım, daha özel sohbetler yapalım. Fakat şimdilik buna zaman yoktur. Sözümü kesmek zorundayım. Son söz olmak üzere bu memleketin gerçek sahibi olunuz, diyeceğim. Burada geçirdiğim saatler benim için çok kıymetli olmuştur. Derin sevgilerle hepinize veda ediyorum; Allahaısmarladık arkadaşlar.
Mersin’deyken, Atatürk’ün Belediye’de verilen öğle yemeğinde, ev sahibi sıfatıyla elinde yemek taşıyan ve güya hizmet etmek isteyen Belediye Başkanına:
-Belediye Başkanı bu işleri yapmaz. Lütfen yerinize buyurunuz!.. dediğini, Mersin sahilini gezerken de, kıyıdaki birbirinden güzel yalılar ve köşklerin ermeni, rum, yahudi vatandaşlara ait olduğunu öğrenince, o sırada ak sakallı, yaşlı bir Mersinliye yaklaşarak
-Baba!.. Bu adamlar, şehrinizin en değerli yerlerine bu güzel binaları yaparken, sen neredeydin? diye sorduğunda, yaşlı Mersinlinin ise:
"-Yemende, Sarıkamışta, Çanakkalede çarpışıyordum Paşam" cevabını verdiğini, o gün Atatürkle birlikte olanlar anlatırlar.
Atatürk o gün akşama doğru Tarsus'a gelir. Atatürk ve beraberindekiler trenden iner inmez İttihat ve Terakki Mektebi'nin (Türk Ocağı İlkokulu) ilkokul çocuklarından oluşturulan bir bando takımı Kemal Paşa Marşı'nı çalar. O gün Atatürk'ün üzerinde askeri bir giysi vardır. Kurtuluş Savaşı'nda ve Tarsus'un düşman işgalinden kurtulması için mücadele etmiş milis gazileri, mücahitler, savaş sırasındaki giysileri ve silahları ile Atatürk'ü karşılamaya gelmişlerdir. İstasyondan şehir içerisine yürüyerek giden Atatürk ve beraberinde bulunan eşi Latife Hanım, milletvekillerinden Damar Arıkoğlu, Kılıç Ali, Refik (Koraltan), Başyaver Salih (Bozok), yazar İsmail Halil (Sevük)'e, Tarsuslular büyük bir coşku ile sevgi gösterilerinde bulunurlar.
Tarsus tren istasyonundaki karşılamada Atatürk, Libya emiri Ahmet Sinusi ile dostça ve hararetle kucaklaşır. (Şeyh Sinusi ile Atatürk'ün dostluğu Kuzey Afrika'da Trablusgarp Savaşı'nda başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı çıktığında başkomutan ve padişah damadı Enver Paşa'nın daveti üzerine İstanbul'a gelen Şeyh Sinusi, daha sonra savaş yüzünden ülkesine dönememiş, bir süre Tarsus'ta kalmıştır. Şeyh Sinusi, İstiklal Savaşı'nda Milli Hareket'e gönülden destek veren tek Arap lideri olma özelliği taşımaktadır.)
Atatürk ve beraberindekiler tren istasyonundan şehre (şimdiki Park Caddesi'nden) bir müddet yaya olarak yürürler. Atatürk'ü görebilmek için yolları dolduran Tarsuslular büyük bir coşku seliyle dalgalanıp durmaktadır. Atatürk kalabalık arasında, neşe ile selamlar vererek ilerlerken beklenmedik bir olayla karşılaşır. Üzerinde milis kuvvetlerine ait çete kıyafeti olan bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ve ayaklarına kapanarak, gözyaşları içinde;
"Bastığın toprağa kurban olayım Paşa'm!"diye haykırıyordu. Atatürk kendini ayakları üzerine atan kadını yerden kaldırmak için eğilirken, bu kadının Fransızlara karşı çete savaşlarına katıldığı, Kurtuluş Savaşı'nda çeşitli cephelerde çarpışan ve "Kara Fatma" lakabıyla anılan "Adile Çavuş" olduğunu Paşa'nın kulağına fısıldadılar. Böylesine duygulu bir olay karşısında gözleri yaşaran Atatürk, kadının elinden tutarak onu ayağa kaldırır. Kadının güneşten kararmış yüzüne ve ışıl ışıl yanan kahverengi gözlerinin derinliğine minnet dolu başkışlarını yönlendirirken şunları söyler;
"Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın." Sonrasında Kara Fatma lakabıyla anılan Adile Çavuş ile birlikte yürümeye başlar. Yollara dökülen Tarsuslular, Ulu Önder için adım başı kurbanlar kesmektedirler. Atatürk, adım başı kesilen kurbanlara bakamamaktadır. Kurban kesilmemesini Tarsuslulardan rica eder.
Tarsus'a geldiği günün akşamı Atatürk ve eşi Latife Hanım, Mehmet Rasim (Dokur) Bey'in evini ziyaret eder. (Bu ev daha sonra Ziraat Bankası ve Şehir Kulubü olarak kullanılmış ve Ebuşuş'un Konağı adı ile anılmış, 1970 li yıllarda yıkılmıştır.) Atatürk ve eşi Latife Hanım o günün akşam yemeğini Rasim Bey'in evinde yerler.
Atatürk ve eşi Latife Hanım, aynı günün akşamı kendilerine hazırlanan ve daha sonraki yıllarda Halk Evi, C.H.P. ilçe binası ve Belediye Binası olarak kullanılan görkemli bir taş binada kalırlar. (Bu bina 1960yılında yıkılarak yerine eski Belediye Binası yapılmıştır. Bugünlerde de bu binanın yeri park haline getirilmiştir.) Bu binada kaldıkları süre içinde Atatürk ve eşi Latife Hanım'a Dr. Ali Tars ve eşi Nimet Hanım ile avukat Fikri (Ünlü) Bey'in eşi Fitnat Hanım hizmet eder.
Tarsus kaymakamı olan Mehmet Ali Bey (Refet (Bele) Paşa'nın bacanağı) Atatürk ve eşi Latife Hanım'ın en iyi şekilde ağırlanması için Dr. Ali Tars ve eşi Nimet Hanım'ın yardımlarını ister. Evdeki eşyalar tamamen yenilenir. Yatak odası için, birkaç ay sonra evlenecek olan Muvaffak Ziya (Uygur) Bey'den (daha sonra uzun yıllar Tarsus Belediye Başkanlığı yapmıştır) İstanbul'dan getirilen yatak odası takımı istenir. Rasim Bey'in evinden de obeli tül bir cibinlik getirilir. Tarsuslu hanımlar tül cibinliği özenle hazırlayıp, Atatürk ve eşi Latife Hanım'ın kalacağı yatak odasını süslü ve görkemli bir hale getirirler. Ayrıca, Tarsus'taki hemen her evden pahalı ve güzel halılar toplanır, evin içi halılar ile döşendikten sonra artan halılar da Atatürk ve beraberindekilerin geçeceği yollara serilir.
Atatürk ve eşi Latife Hanım'ın kaldığı binanın çevresi sabaha kadar Tarsusluların coşkulu bekleyişine tanık olur. Anadolu'da ilk elektrik Tarsus'ta yandığı için, kaymakamlık binasının önündeki meydanda yanan elektrik ışıklarının ve Atatürk'ün kaldığı evin çevresinde sabaha kadar meşalelerin ve ateşlerin aydınlığında Tarsuslular davul, zurna eşliğinde halaylar çeker. Çoğu kişi yere bağdaş kurup oturarak, Milli Mücadele ve Çukurova ile ilgili hatıralarını birbirlerine anlatır. Arada bir evin balkonuna çıkan Atatürk, Tarsusluları selamlayıp içeri girer. Atatürk'ü kaldığı evin balkonunda dahi görebilmek için meydandaki kalabalık gecenin geç saatlerinde daha da artar. Gecenin hayli ilerleyen saatlerinde Mustafa Kemal balkona çıkıp şunları söyler;
"Sevgili Tarsuslular, lütfen istirahat edin, evlerinize çekilin, dinlenin!" Ancak buna rağmen binanın çevresindeki Tarsuslular Atatürk içeri girince tekrar yere oturarak sabaha kadar binanın çevresinden ayrılmazlar. O gece Atatürk'e, Tarsus'ta üretilen içkiler ikram edilir.
18 Mart sabahı Atatürk; "hiç adetim değildir ama şu güzel balkonda bir kahvaltı etmek istiyorum" deyince, süratle herşeyiyle mükemmel bir kahvaltı sofrası hazırlanır. Atatürk, 18 Mart 1923 sabahı Tarsusluların dinmeyen sevgi gösterileriyle halkın arasına karışır. Atatürk, üzerindeki askeri giysileri çıkarmış, sivil giysiler giymiştir. O günün sabahında şelaleye gidilir. Şelalede Atatürk ile birlikte Tarsus'a gelen Laz muhafızlar Karadeniz oyunları, Adana Erkek Lisesi öğrencileri de çeşitli yöresel oyunlar oynarlar. Atatürk, Latife Hanım ve beraberindekilere, şelalenin huzur veren sesleri arasında Tarsus'un ünlü baklavası ve ayranı ikram edilir. Bol bol marul yiyen Atatürk ve eşinin birçok fotoğrafları çekilir (büyük kısmını Muvaffak Ziya Bey çekmiştir). Atatürk marul yerken çekilen bir fotoğrafı üzerine Latife Hanım'ın; "Paşa, tam marul yerken çıktınız" demesi üzerine Atatürk şu cevabı verir; "Ne yapalım, paşasın dedilerse marul yeme demediler ya!"
Şelaleden dönüşte Şeyh Sinusi'nin, Camii Cedit (Yeni Cami) Mahallesindeki evini ziyaret eden Atatürk, bu ünlü arap şeyhi ile uzun uzun sohbet eder. Şeyh Sinusi, Atatürk ve eşi Latife Hanım'a iki Arap atı ile birçok hatıra eşya hediye eder. (Şeyh Sinusi'nin evi şu anda İbrahim Kozacıoğlu'na ait olan Camii Cedit Mahallesi'nde, 37 sokak üzerinde 47 nolu binadır.)
Şeyh Sinusi'nin evini ziyaretten sonra Tarsus Türk Ocağı binasına giden Atatürk, burada gençler ile uzun süre sohbet eder. Şimdiki Emniyet Merkez Karakolu'nun bulunduğu ve uzun yıllar Tekel Binası olarak hizmet veren, işgal yıllarında Fransızlar tarafından rahibe mektebi olarak kullanılan bu bina, o yıllarda Türk Ocağı Binası olarak hizmet vermektedir. Atatürk burada Tarsuslu gençlere uzun bir söylevde bulunur;
Tarsus gençlerini takdirle selamlarım!
Devletin hayatı da bireylerin hayatı gibi üç dönem geçirebilir. Eski Osmanlı, hayat dönemlerinin üçünü yaşadıktan sonra yokluğa karıştı. Onun yerine yeni Türk Devleti geçti. Yeni Türküye Devleti bütün Türklük karakterini, yani onun dinç, kararlı, erdemli dünyalarını kendinde toplamıştır. Gençler biz size geçmişten, geçmişin boş inançlarından, geçmişin kalıntılarından arınmış bir yeniden doğuş getirdik. Olaylardan, olayların gerekliğinden beliren bu doğuş, sizin pek değerli katılımınızla, aydın çabalarınızla çıktı. Bu doğuşu büyütüp, geliştirmek bizlerden sizlere yönelir. Bu görevde başarı kazanacağınıza gördüğüm kanıtlar ışığında pek çok güçlerle inananlardanım.
Saygıdeğer gençler, hayat uğraştır. Bundan ötürü hayatta yalnız iki şey vardır; yenmek, yenilmek. Size, Türk gençliğine bıraktığım ve verdiğimiz vicdan armağanı yalnız ve her zaman yenmektir ve inançlıyım her zaman yeneceksiniz. Ulusun yükseltilmesinin şartları için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda asla kararsız olmayın. Ulusu o yükseliş yerine ulaştırırken, önümüzdeki engellere hep beraber karşı koyacağız. Bunun için her türlü gücünüze, bilginize başvuracak, fakat sonunda kayıtsız şartsız o amaca ulaşacağız.
Gerek burada gerek gezdiğim bütün yerlerde genç arkadaşlarımız hep sizler gibi duygulu, kararlı ve gözü pektir. Bu ülke bundan dolayı şimdiden geleceğin parlak ışıklarını görmekle kıvançlıdır. Bu ulus sizin gibi gençleriyle, layık olduğu çağdaş uygarlığı bulacaktır. Beni çok mutlu ettiniz. Buradaki kararlı sözlerinizle sevinçliyim. Size ve arkadaşlarınıza ve Tarsus halkına teşekkür borçluyum.
Mustafa Kemal Türk Ocağı'ndaki hatıra defterine ise şu satırları yazar;
-Tarsus Türk Ocağı namı altında birleşen ve Türk harsını (kültürünü) yükseltmek gibi kıymetli bir vazife ifa eden Türk Gençliği'ni takdir ederim. Temenni ederim ki, dernek (ocak) bu dakikadan itibaren Tarsus'ta Türk'ün sönmez ocağının yandığını ismi ile de ilan etsin.
Türk Ocağı'ndan ayrıldıktan sonra Belediye Binası'na giden Atatürk burada kentin sorunlarıyla ilgili bilgiyi o günün belediye başkanından alır. Atatürk belediye binasında vatandaşlarla konuşurken sohbet sırasında Tarsuslular Atatürk'ten bir dilekte bulunurlar. O günlerde savaş sona erdiği için, halkın ellerindeki silahlar toplanmaktadır. Tarsus'ta Milli Mücadele'ye katılmış kahramanlar; "Paşam, bizim silahlarımızı toplamayın! Aslında biz bu derme çatma silahlarla Fransızlara karşı koyduk. Bunların bizde büyük hatıraları var. Allah göstermesin, başımıza tekrar böyle bir felaket gelirse yine o derme çatma silahlara sarılırız. Ne olur, bunlar devletin emaneti olarak bizde kalsın! Biz bunları yurdumuza gelecek düşmandan başkasına kullanmayız ki!" derler. Atatürk tebessüm ederek;
-Olur, olur! Yalnız bu bölge için olur!' karşılığını vererek Tarsusluların ricasını olumlu karşılar.
Atatürk'ün Tarsus gezisinde Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti'nin 2. Reisi ve Tarsus Müftüsü Hilmi Efendi'nin oğlu Taha (Toros) ezberlediği bir kahramanlık şiirini Atatürk ve eşi Latife Hanım'a okuyarak, coşkulu kalabalığın büyük alkışını ve Atatürk'ün takdirini kazanır. Müftü Hilmi Efendi'nin oğlu Taha'nın okuduğu şiiri Tarsuslu Jön Türklerden Münif Efendi yazmıştır. Atatürk'e okunan şiir metni şöyledir;
Hoş, hoş geldin kahraman Gazi!
Yurdumu düşmandan kurtaran Gazi,
Bayrak ol göklerde dalgalan Gazi,
Hoş, hoş geldin Tarsus'a kahraman Gazi!'
Tarsus'ta bulunan birçok tarihi yeri gezen Atatürk ve beraberindekiler Ulu Camii'nde uzun incelemelerde bulunurlar. Atatürk ve eşi Ulu Camii avlusundaki mermer fıskiyeye ve havuzuna hayran olurlar. Tarsus içerisindeki gezilerinin büyük bir kısmını yaya olarak yapan Atatürk ve eşinin üzerine konakların pencerelerinden gül suları ve çiçekler serpilir. Bugünkü Öğretmen Evi'nin yerinde bulunan eski Türk Ocağı İlkokulu o yıllarda İttihat ve Terakki Mektebi adıyla anılıyordu. 18 Mart 1923 günü öğleden önce eşi Latife Hanım ile birlikte bu okula gelen Atatürk, okulda sorduğu bir soru üzerine öğrencilere hiçbir sportif hareket yaptırılmadığını öğrenir. Burada öğrencilere sportif hareketler yaptırır.
İttihat ve Terakki Mektebi'nin 6. sınıfında Gölcüklü Abdullah Efendi, tarih dersi vermektedir. Sınıfta 13 öğrenci vardır. Ulu Önder bu sınıfa girer. Öğretmen Abdullah Efendi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Viyana seferini anlatmaktadır. Atatürk dersi dinler ve dersin bitiminde Abdullah Efendi'ye; - Bu Viyana seferi hakkında ne düşünüyorsunuz? sorusunu yöneltir. Abdullah Efendi; "Aman efendim, bu konuda fikir yürütmek ne haddime" diyerek, çekimser bir tavır alır. Bunun üzerine Atatürk, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Viyana seferi ile ilgili düşüncelerini şöyle aktarır;
-Bu sefer ne amaçla yapıldı? Yani Viyana önlerine kadar giden ordumuzun oraya gidiş amacı neydi? Harplerin amacı ya ekonomiktir ya da stratejiktir. Bu sefer hangi amaçla yapıldı? Viyana'yı aldığımızı düşünelim. Bundan sonrası ne olacak? Kuşatma sonunda ordunun bozguna uğrayarak yenilmesi üzerine, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'yı yargılayacak bir harp divanı yok mu idi? Bu yenilginin esas suçlusu acaba Merzifonlu Kara Mustafa Paşa mı idi?' Konu ile ilgili düşüncelerini aktardıktan sonra Öğretmen Abdullah Efendi'ye dönerek;
-Hoca efendi, tarih derslerini ezber olarak öğretmeyin. Sebeplerini ve lüzumunu karşılaştırmalı bir şekilde, sonuçtan ders alınabilecek bir şekilde öğretin. diyerek, o günün tarih dersi anlayışı üzerine fikirlerini ve düşüncelerini Tarsuslu gençlere aktarır.
18 Mart 1923 günü öğle yemeğine Alifakılı Yakup (Koçoğlu) Ağa, Atatürk ve eşi Latife Hanım'ı davet eder. Şimdiki Adalet Pasajı'nın bulunduğu yerde Hacı Salih Ağa'nın evinde hazırlanan öğle yemeğine Atatürk ve beraberindekiler katılır. Atatürk burada Tarsuslu çiftçilerle birlikte yemek yer. Aynı gün Tarsus Çiftçiler Yurdu'nu ziyaret eden Atatürk, burada yaptığı uzun konuşmasında önemli mesajlar verir:
-Aziz çiftçiler! Şimdiye kadar sizi anlayan, sizin büyük ruhunuzu takdir eden bu arkadaşınızın, sizin için neler düşündüğünü bundan sonra da inşallah maddi meyveleriyle ödemiş olacaksınız. Bu husus için şimdi burada fazla söz söylemeyi gereksiz sayıyorum. Yalnız bir iki kelime arz edeyim; şimdiye kadar, yani bir buçuk yıl öncesine kadar, vatanın birçok unsurları içinde en çok sıkıntı, zorluk, acı çeken sizdiniz. Bunun sebebi sizinle uğraşılmamasıydı. Sizi düşünen pek az kimse vardı. Siz çiftçiler, o eski hükümette umumiyetle hemen hiç düşünülmüyordunuz. Sizi ne zaman düşünürlerdi, bunu çok iyi bilirsiniz. Siz savaş olunca ya da hazinelerini doldurmak gerekirse hatırlanırdınız. Çalışan sizdiniz, kazanan, ölen sizdiniz. Hepiniz de biliyorsunuz ki memleketiniz şu iki şeyin memleketidir; biri çiftçi öteki asker. Biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz. İyi çiftçi yetiştirdik çünkü topraklarımız çoktu. İyi asker yetiştirdik çünkü o topraklara kasteden düşman fazladır. O toprakları sürenler, o toprakları koruyanlar hep sizlersiniz. Bundan sonra da daha iyi asker olacağız ama bundan sonra asker oluşumuz artık eskisi gibi başkalarının hırsı, şan ve şöhreti, keyfi için değil, yalnız ve yalnız bu aziz topraklarımızı korumak içindir.
... paranızı, hayatınızı dış düşmanların tasallutundan (yağmasından) kurtarmak, bu memleketin dış düşmanlara esir olmasına izin vermemek ne kadar lazımsa, aynı zamanda ve onlardan daha fazla bir uyanıklık ile iç düşmanlara, içteki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve onların her hareketini gözden kaçırmamak zorundayız.
Atatürk, Tarsus'ta geçirdikleri ikinci gece, misafir kaldıkları evin sakinleri ile tanışmak istediklerini belirtir. Bunun üzerine Doktor Ali Refik (Tars) Bey, eşi Nimet Hanım, Nimet Hanım'ın annesi Hülkiye Hanım (Ferik Ali Rıza Paşa'nın kızı), Reji memuru Fuat Bey ve eşi Tenasüp Hanım hep birlikte Atatürk konukları ayakta karşılar. Doktor Ali Refik Bey'in eşi Nimet Hanım; "Sizi Tarsus kadınları adına selamlarım, efendim!" der. Atatürk teşekkür ettikten sonra; "Şöyle buyurun, aile gibi oturalım!" diyerek ev sahiplerini rahatlatmaya çalışır. Sohbet esnasında Atatürk; 'Çocuklarınız var mı?' diye sorar. Doktor Ali Refik Bey "Evet, var." der. Atatürk "Çocukları getirin de sevelim!" deyince Doktor Ali Refik Bey, Güzin ve Ümran isimli kızlarını yataktan kaldırıp Atatürk'ün ve Latife Hanım'ın kucağına getirirler. Atatürk iki kız çocuğunu sevgi ve şefkatle kucağına alır. Nimet Hanım'ın yazdığı şiiri Güzin ezbere Atatürk'e okur:
Türk kızıyım, Türk kızıyım,
Bu vatanın yıldızıyım.
Mini mini ellerimle,
Çıtır pıtır dillerimle,
Askere dua ederim,
Hem de gözyaşı dökerim.
Peygamber duydu ahımı,
Allah verdi muradımı,
Sebep sensin Kemal Paşa,
Askerinle bin yaşa!'
Atatürk şiiri dinler, güler ve memnuniyetini belirterek Güzin ile Ümran'ın isimlerini sorar. İsimler söylenince;
-Bunlar Arapça isimler, bunlar artık geride kalacak, Türkçe isimler kullanacağız. Güzin'in adı Gazne, Ümran'ın adı da Turan olsun!' diyen Atatürk Türkçe'nin yabancı sözcüklerden arındırılmasının gerekliliğini anlatır.
Atatürk 19 Mart günü, sabahın erken saatlerinde Konya'ya gitmek üzere büyük bir kalabalık arasında istasyona gelir. Kendini götürecek olan trenin penceresinden Tarsuslulara el sallayarak şöyle seslenir;
-Tarsuslular! Sizleri, Tarsus'u hayatım boyunca gönlümde taşıyacağım!
Atatürk, 20 Ocak 1925’te Adana'dan hareket ederek önce Tarsus'a oradan da Mersin'e gelir. O günlerde yine bir Konya-Adana-İçel gezisi yapmıştır. Yanında eşi Latife Hanım, 2. Ordu Müfettişi Fahrettin (Altay), Bayındırlık Bakanı Fevzi (Pirinççizade), bazı milletvekilleri ve yaverler vardır. O gün Atatürk, Afgan Kralı Amanullah Han’a kardeşinin ölümü nedeniyle başsağlığı telgrafı gönderir.
20 Ocak 1925’ten 27 Ocak 1925 tarihine kadar Tarsus ve Mersin’de 1 hafta dinlenen Atatürk, 25 Ocak günü Mersin’de, çiftçilerin traktör ve diğer ziraat aletleriyle yaptığı geçit törenini izler ve öğleden sonra bir portakal bahçesinde çiftçiler tarafından verilen yemeği şereflendirir.
Atatürk, o günlerde, Ankara Orman Çiftliğinden ayrı olarak Güney’de bir örnek çiftlik kurma kararındadır. Tarsus'ta Berdan Irmağı'na yakın bir alanda Atatürk'e o yıllarda İçel Milletvekili olan Niyazi (Ramazanoğlu) Bey tarafından Orman Çiftliği yapabileceği bir alan gösterilir. Tarsus Çayı'nın taşkın alanı içinde olan bu hazine arazisini Atatürk beğenmez. Taşkın alanı dışında kalan diğer hazine arazisinin ise Niyazi Bey tarafından satın alındığını öğrendiği zaman da sinirlenerek, eski Tarım Bakanı Zekai (Apaydın) Bey'in tavsiyesi ile Silifke'nin Tekir Köyü'ndeki boş hazine arazisine çiftliğin kurulmasına karar verir. Atatürk, Latife Hanım’ı Mersin’de bırakarak çiftlik yerini görmek üzere, 27 Ocak 1925’te o günlerde il merkezi olan Silifke’ye gelir. Hükümet konağında Vali vekili Fahri Bey’le kısa bir görüşmeden sonra Hacı Hulusi’nin evinde geceyi geçirir.
Ertesi günü, 28 Ocak 1925’te, Türkocağı’nı, Türk Ocağı’ndaki İdman Yurdu Lokalini ziyaret eder. Türk Ocağında Silifkelilerin dileklerini de dinleyen Atatürk, ayrılırken Türkocağı defterine şunları yazar:
-Silifke’ye geldiğimden çok memnunum. Beni unutmayacağınızı bilirim. Sizi kalbimden çıkarmam.
Daha sonra Silifke Sultanisi (Ortaokulu)nu ziyaret eder. Hatıra defterine:
-Bu nur ocağında, istikbalin parlak güneşleri, tulu halinde meşhuddur (Bu nur ocağında, geleceğin parlak güneşleri doğuş halindedir) cümlesini yazar.
Buradan, otomobille Taşucu’na gelir. Taşucu Belediyesini ziyaret eden Atatürk, öğle yemeğini Sadık (Taşucu) nun evinde yer ve geceyi de burada geçirir.
Ertesi günü, 29 Ocak 1925'te Tekir Köyüne giderek Çiftlik yerini görür, beğenir ve 36 bin liraya Hazineden satın alınır. Atatürk aynı gün Mersin’e döner.
Atatürk, eşi Latife Hanım ile birlikte 2 Şubat 1925’te Mersin'den ayrılarak Ankara’ya döner.
Atatürk, Gazi Çiftliği adıyla tanınan Silifke Çiftliğindeki çalışmaları yerinde görmek amacıyla, 9 Mayıs 1926 günü Konya üzerinden Tarsus’a gelir. Yanında Sabiha (Gökçen), Rukiye ve Zehra adındaki iki manevi kızı, Genel Sekreteri Tevfik (Bıyıklıoğlu), Özel Kalem Midiri Hasan Rıza (Soyak) Başyaver Rusuhi de vardır. Geceyi Tarsus'ta geçiren Atatürk 10 Mayıs gecesi saat 22' de Mersin'e gelir. 11 Mayıs günü Ertuğrul Yatına binerek Silifke'ye doğru hareket eder.
12 Mayıs günü Silifke'ye ulaşan Atatürk, aynı gece Taşucu İskelesi’ne gelir. O geceyi Sadık Taşucu’nun evinde geçiren Atatürk, ertesi günü yani 13 Mayıs günü çiftlikte incelemelerini yaptıktan sonra 14 Mayıs günü sabah 9'da Silifke'den Mersin'e gelir. Mersin'de Cumhuriyet Halk Partisi Merkezi’ni, Belediye’yi, Vilâyet’i ve Türkocağı’nı ziyaret eder.
Atatürk, 16 Mayıs 1926 günü Mersin’den Adana’ya geçer.
Atatürk’ün İçel’e dördüncü gelişi Antalya üzerinden Ege Vapuru ile 11 Şubat 1931 tarihine rastlar. Serbest Fırka’nın kapanışından sonra, Atatürk’ün memleket sorunlarını yerinde incelemek üzere, kalabalık bir heyetle, 1930 yılı Kasım ayında başlattığı üç ay süren Yurt Gezisi’nin devamı olarak yapılan bu gezide, Atatürk 11 Şubat günü doğruca Taşucuna çıkar. Yanında Prof. Afet İnan, Ordu Müfettişi Fahrettin Altay, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, milletvekillerinden Recep Peker, Vasıf Çınar, Dr. Reşit Galip, Cumhurbaşkanlığından Genel Sekreter Tevfik Bıyıklıoğlu, Hasan Rıza Soyak, İsmail Hakkı Tekçe, Başyaver Rusuhi, Bakanlıklar temsilcileri, uzmanlar ve basın mensupları vardır. Taşucundan Silifkeye otomobil ile gelen konuklar, resmi ziyaretleri yaptıktan sonra Çiftliğe geçerler ve gerekli incelemeleri yaparak geç vakit Silifkeye dönerler. Buradan gece saat 21 sularında (başka bir kaynakta 23) Taşucuna gelen Atatürk, Ege Vapuruna binerek Mersin’e hareket eder.
12 Şubat 1931 Perşembe günü öğleye doğru Ege Vapuru ile Mersin’e gelen Atatürk, saat 16’da Hükümeti, Fırkayı, Gençler Birliği ile Türkocağını ziyaret eder. İki gençlik kuruluşunun birleşmesini ister. Bu sırada özel tren hazırlanmıştır. Saat 18’de Mersin'den ayrılır ve Malatya’ya doğru hareket eder.
Atatürk, yine bir yurt gezisinde Gaziantep’ten Adana yoluyla, 28 Ocak 1933 günü Mersin’e gelir, kısa bir duraklamadan sonra, akşama doğru Gülcemal Vapuruna binerek Antalya’ya gitmek üzere hareket eder ve Taşucu İskelesine gelir. O gün yanında kızkardeşi Makbule (Atadan), Prof. Afet İnan, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve kızı, General Cemil Cahit Toydemir, milletvekili Nuri Conker, Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak, Başyaver Celal ile Avusturyalı Mimar Guros vardır. Taşucundan Silifke’ye gelen konuklar, burada durmaksızın Çiftliğe giderler ve o gün yine Taşucuna dönerek Vapura binerler ve Antalya'ya doğru hareket ederler.
Atatürk, Antalya'ya yaptığı gezi sonrasında, 20 Şubat günü Ege Vapuru ile Taşucu Limanı'na gelir. Buradan Silifke'ye geçer ve daha sonra tekrar Taşucu'na döner. 21 Şubat 1935’te Ege Vapuru ile Mersin’e gelir ancak karaya çıkmaz, saat 18'de Fethiye’ye doğru hareket eder.
Atatürk, bir Doğu Anadolu gezisi dönüşünde 19 Kasım 1937 günü Adana’dan Mersin’e gelerek birkaç saat kalır, aynı gün saat 17’de Konya’ya doğru hareket eder.
Atatürk, hastalığının ilerlemiş olmasına karşın Hatay davası ile çok yakından ilgilenmekte idi. 19 Mayıs 1938 günü Ankara'da 19 Mayıs Stadyumu'nda 19 Mayıs Bayramını gösterilerini izledikten sonra aynı gün Mersin' e gitmek üzere Ankara'dan hareket eder. Hasta haline ve doktorların önermemesine karşın taraflara karşı kararlılığını belirtmek amacıyla 20 Mayıs 1938 günü saat 13' te Mersin’e gelir ve o gün askeri birliklerin geçit törenini izler. Aslında bu törenden ziyade bir güç gösterisidir.
O gün Vali Konağı’nda misafir edilir. Gece, Mersinli gençler, parlak bir fener alayı düzenlerler. Atatürk, gençleri balkondan selamlayarak teşekkür eder.
21 Mayıs 1938 günü, Mersin yakınlarında bulunan Viranşehir (Pompeipolis) harebelerini gezer. İlgililerden bilgi aldıktan sonra, deniz kıyısında bir süre dinlenir. Aygı gün, doğum yıldönümünü kutlayan İngiltere Kralı VI.George’a bir teşekkür telgrafı gönderir.
Ertesi gün akşamüzeri motor ile Mersin kıyılarında bir gezinti yapar.
23 Mayıs 1938 günü bir süre Vali Konağında istirahat ettikten sonra portakal bahçelerini gezip icelemelerde bulunan Atatürk saat 13'te Tarsus’a doğru hareket eder. Saat 13:50'de Tarsus'a gelen Atatürk, Tarsus Parkı’nda yarım saate yakın halkla görüştükten sonra Adana’ya gitmek üzere tekrar trenine biner ve Tarsus'tan ayrılır.
MERSİN' DE ÇEKİLMİŞ FOTOĞRAFLARI
Kaynaklar:
1- Mehmet Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Birinci Baskı, 1975
2- Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2007
3- Fotoğraflarla Atatürk, Genelkurmay Personel Başkanlığı, Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, 2015
4- Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, 2008
5- Andrew Mango, Atatürk, 2004
6- https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/mersinde-bir-konusma
7- http://www.tarsus.gov.tr/ataturk-ve-tarsus
8- https://isteataturk.com/